29 Mayıs 2018 Salı

KEMALİZM’LE BÜTÜNLEŞEN ALEVİLİK HÜSNÜ MERDANOĞLU

KEMALİZM’LE BÜTÜNLEŞEN ALEVİLİK
HÜSNÜ MERDANOĞLU
Bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme kul köle olanların ayırtının yapılması ve Alevîliğin yozlaşmalardan, mankutlaşmalardan korunmasının sağlanması için;
Alevi öncülüğünü yapanların Görgü Ceminden geçmiş olmaları koşulu bir öneri olarak değerlendirilmelidir.
Önce bir saptama;
17 Eylül 2006 günü Ankara Atatürk Spor Salonu’nda, Alevî İslâm Anlayışının, Alevî-Bektaşi-Mevlevi uygulaması ve deyişler ile ilahilerin söylendiği “CEM” töreni düzenlendi.
Törene katılanlar arasında, genç kızların/hanımların çoğunluğu oluşturmaları dikkat çekmekteydi. Başları açık bu genç hanımların, emperyalizmin Türk ulusunu yozlaştırma oyunlarından birisi olan; bel ve göbek açma modasına uymayarak, hiç birinin bel ve göbeklerini açmadıklarını görmek sevindiriciydi.,
Hazreti Ali’nin;
“Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref bulunmaz.”
“Bilgin, ölü olsa bile, diridir.”
Hacı Bektaşi Veli’nin;
“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
“Yolumuz ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kuruludur” sözlerinin yazılı olduğu tanıtım yazıları, Atatürk posterleri ve Türk bayrakları ile süslenen salonda sunucunun, Türkçe yanında Almanca konuşması ve yabancı televizyonların hazır bulunması ayrıca dikkat çekiciydi.
Kimi siyasi parti başkan ve temsilcilerinin de hazır bulunduğu törende, “Atatürk” konusu geçen ve “Alevîler azınlık değildir” içerikli konuşmaların çok alkışlanması; Alevîleri “azınlık” olarak gösterme çabası içinde olanlara ve Avrupa ülkelerinin güdümündeki, kimi kimliksizlere bir yanıt niteliği taşıyordu.
Cem töreninde okunan Türkçe duada; “Atatürk’e rahmet et, O’nun ordusunu başarılı kıl, … Ülkemizin iç ve dış düşmanlarına fırsat verme Yarabbi…” ifadeleri, dua sürecinde alkış olmayacağı ikaz edildiği için, coşkuyla başlar sallanarak onandı.
Asıl üzerinde durulması gereken ise; Cem’in bir ibadet yöntemi olduğu, bu ibadet içinde “Görgü (Kırklar) Cemi’nin ayrı bir önemi, yeri ve anlamı bulunduğu, Görgü Cemi’nin Alevîliğe başlangıç niteliğinde olduğu, Alevîliğe ilk adımın Görgü Cem’i ile atılabileceği, Alevî geleneğinde gösteri ya da kendini kanıtlama görünümünde bir Cem töreninin olmadığı göz ardı edilerek, son zamanlarda Cem töreninin gösteri olarak ortaya konulmasıdır.
Emperyalizmin her türlüsüne (sosyal, siyasal, kültürel) karşı dik duruş sergileyerek ulusal benliklerini koruma başarısını sağlayan “Öz Kimliklerini Koruyan Türkler” olarak tanımlaması gereken Alevîler hakkında söz ve söylemde bulunanlar ile kendini Alevî öncüsü görenlerin, öncelikle Alevîliğe yönelişin ilk adım olan; Görgü (Kırklar) Cem’i aşamasından geçmeleri gerektiği yönündeki önerime değinmeden önce, Aleviliğin Kemalizm’le bütünleşmesi sürecine değinmek istiyorum.
Alevîlik ve Kemalizm
Yeryüzünde gerçekleşen devrimler içerisinde, insan onuruna en çok yaraşır devrim, Büyük Atatürk (Türk) Devrimidir. Çünkü insanı merkeze koyarak, şekillenmiştir. Atatürkçülük (Kemalizm) olarak bilinen bu Devrimin dört temel ereği vardır. Bunlar; tam bağımsızlık, ulusal egemenlik, ulus devlet ve çağdaş devlettir. Cumhuriyetçilik, halkçılık, ulusçuluk, devletçilik, laiklik ve devrimcilik olarak bilinen ve her biri insanın (yurttaşın) mutluluğunu hedefleyen ilkeler; söz konusu dört temel ereğe ulaşmak için somutlaştırılan kilometre taşlarıdır.
Atatürkçü Düşüncede ulus devlet; Türkiye sınırları içinde, Türk yurttaşı olma onurunu taşıyan her bireyin kaderde, tasada, övgüde ve hüzünde ortak duyguyu taşımasını hedefler. Dolayısı ile bu hedef; hiçbir yurttaşın din, ırk, mezhep, bölge, yöre, renk gibi inanç ya da kültür farklılıkları yüzünden ayrım, kayırım göremeyeceği anayasal hüküm altındadır.
Öte yandan, Atatürkçü Düşüncenin ilkelerinden birisi olan laiklik ilkesinde dinsel inanç, devletin varlığına, birliğine, bütünlüğüne ve devletin kuruluş felsefesine zarar verecek eylemlerde bulunmamak koşuluyla serbesttir. Hiç kimsenin dinsel düşüncesinden dolayı kınanamayacağı yine anayasa hükmüdür. Bu yaklaşım, yüzyıllar boyu hoşgörü ortamında, hoşgörü özlemi ile varlığını sürdüren yurttaşlarımız için gerçek bir can simidi özelliğindedir.
Kaldı ki, ortak dil ve ortak kültür birliği olan Anadolu insanı için, Atatürkçü Düşüncenin ulusallığı benimsemiş olan devlet yapısı; yurttaşlarımızı aynı güvenlik çatısı altında bütünleştiren şemsiye niteliğindedir. Türk tarihinin derinliklerinde süreli olarak, yanlı ve niteliksiz yöneticilere karşı uğraş vermek durumunda kalmış olan Alevîler, Cumhuriyet döneminde hiçbir zaman devletin tüzel kişiliğine saygısızlık yapma onursuzluğu göstermemişler, tam tersine öldürülseler de, yakılsalar da hep devletin varlığı ve birliği için özveride bulunmuşlardır. En büyük özveriyi de Ulusal Kurtuluş Savaşımız koşullarında göstermişler, padişah fermanları ile yurdumuzun birçok yerinde gerici isyanlar çıkarılmasına karşın, Ulusal Savaşımızın koşullarında, Alevî yöreleri hep Ulusal Savaşın başarılması yönünde tavır almışlardır. Atatürk’ü kurtarıcı olarak algılamışlardır.
Osmanlı yönetiminin kıyıcı, dışlayıcı ve iftira kampanyaları altında masumiyetini kanıtlamakta zorluk çeken Anadolu Alevîleri, Atatürk’ü “kurtarıcı” olarak görmekte haklıdırlar. Çünkü Atatürk, millet-devlet bütünleşmesinin temelini atmış, bu bütünleşmeyi sağlamış, gerçekleştirmiş ve kurumlaştırılmış, halkın egemenliğini ve İslâm’ın halifeliğini; hiçbir belge, bilgi, yasa, ayet, hadis ya da akla uygun geçerli neden olmadan elinde tutan Osmanlı ailesinin elinden alarak, insanlarımızı kula kul olmaktan kurtarmıştır.
Kulun, kula kul olmasının önlenmesine en çok, dini çıkarsal amaç için kullanmayanlar destek vermişlerdir. Atatürk’ün akla, mantığa, insanlık onuruna en çok yaraşır düzeyde gerçekleştirdiği Büyük Türk Devrimi; ulusallığı önemseyen, devletimizin tekliğine önem veren yurttaşlarımız tarafından benimsenmiş, özümsenmiş, savunulmuş ve savunulmaktadır.
Alevîlerin, Osmanlı yönetimine tepkilerinin nedenini; Osmanlı yönetiminin kendi iktidarlarını korumak için şeriatın her türlüsüne göz yummaları yanında, öz be öz Türk olan Alevîlerin kıyıma ve iftiraya uğratılmasında da aramak gerekir.
Padişah I inci Ahmet döneminde (1606-1611) Başbakanlık (Sadrazamlık) yapmış olan Hırvat kökenli Kuyucu Murat Paşa(!) Celâlî isyanlarını bahane ederek, Anadolu’da Türkmen avına çıkmış, Anadolu halkını canlı canlı kuyulara doldurup öldürerek “kuyucu” sanını almış, devlet-millet ayrışmasının temelini atmıştır.
Hacı Bektaş’ın;
“Hararet nardadır, sacda değildir.
Keramet baştadır, tacda değildir.
Her ne arar isen kendinde ara.
Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir.”
Yunus Emre’nin;
Bir kez gönül yıktın ise,
Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.
Dizelerinde dile getirilen anlayışa sahip Aleviler, Kemalizm’le barışık olmakla kalmamış, Kemalizm’in sürekli destekleyicisi olmuşlardır.
Devlet-millet kucaklaşması ve bütünleşmesi Ulusal Kurtuluş Savaşımız döneminin, Kuvayı Milliye’sinde gerçekleşerek, Kemalist devlet modelinde bu bütünlük ve birliktelik sürdürülmüş, Atatürk döneminde hiçbir mezhep çatışması olmamış, ulusal sınırlarımız içinde (Misak-ı Milli) Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşı olma onurunu taşıyan hiç kimseye ayrımcı yaklaşım olmadığı, baskı yapılmadığı gibi Alevîlere de ayrımcı bir yaklaşım söz konusu olmamıştır.
Ülkemizde çok partili yaşamla birlikte, Atatürk’ün tüm olanaksızlıklara karşın ret ettiği, Amerikan mandası altına, Türkiye’nin 1948 yılında girmesiyle ve NATO örgütünün ülkemiz yönetiminin her aşamasında etkili olmaya başlamasıyla ve bu süreçte kimi niteliksiz, yeteneksiz Kemalist içerikten yoksun, dışa bağlı yöneticilerin işbaşına gelmesi sonuncunda; bölgesellik, mezhepçilik, ayrımcılık çoğalmaya başlamıştır.
Bu günlerde, özellikle ülkemizin, Avrupa Birliğine (AB) tam üye olma istek ve çabaları karşısında, Kuvayı Milliye’nin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk tarafından Avrupa devletlerine imzalatılan Lozan Barış Antlaşmasının rövanşı alınmaya çalışılmaktadır. Bu süreçte, kırsal yörelerde geçim sıkıntısı içinde yaşadığı için Avrupa’da ekmek aramaya giden Anadolu halkı, kendini gönderen ve onları döviz yumurtlayan tavuk olarak gören yönetimler tarafından, gerekli destek ve yönlendirme göremedikleri için emperyalizmin tuzağı ile karşı karşıya kalmışlar, kuşkusuz bu tuzaktan kurtulamayan Alevîler de olmuştur.
Görünen gerçek şu dur ki; AB ülkelerinin Türkiye’ye karşı tutumları aynı birliktelik içinde yer alacak ortaklık yaklaşımının ötesinde, bir öç alma ve hesap sorma görünümü yansıtmaktadır.
Örneğin Almanya, radikal İslâmcı örgütler dâhil birçok terör ve bölücü örgüt yanında, Türkiye’ye karşı örgütlenmiş, 47 ayrı yasal olmayan kuruluşa destek vererek dostluktan çok hasım gibi davranmaktadır.
Bu hasımca plânlar için Alevîleri kullanmak isteyeceklerinden kuşku yoktur.
Gurbetçi Anadolu halkının büyük çoğunluğunun bulunduğu Almanya’da, Alman plânları doğrultusunda Alevîler bir yandan, Türk kimliğinden koparılıp bölücü yapılanmalara yönlendirirken bir yandan da; Ege Alevîleri-Doğu Alevîleri, Alili Alevîler-Alisiz Alevîler gibi ayrıştırma siyaseti güdülmektedir. Öte yandan Sivas’ta 37 Türk aydınının yakılmasından birinci derecede sorumlu 6 kışkırtıcı cinayet zanlısı, Alman Dış İstihbarat Servisi (BND) elemanları tarafından Esenboğa üzerinden Almanya’ya kaçırılmıştır.
Avrupa destekli yozlaşma süreciyle birlikte, Alevîler arasında görüş ayrılıklarının çoğaldığı, Kemalizm’i eleştirme cesaretini kendinde gören Alevîlikle ilgisi, bilgisi, temsil niteliği olmayan aslında mankurtlaştırılmış yaratıklardan farkı bulunmayan kimilerini, Alevî öncüsü, sözcüsü yöneticisi görünümünde Kemalizm’e saldırma görevini üslenmişlerdir.
Oysa, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde diğer yurtseverler gibi Anadolu Alevileri, Kuvayı Milliye’ye destek vermişler, Kemalist Devrim sürecinde de Kemalizm’i benimsemişlerdir. Böylece Kemalizm’le bütünleşen Anadolu Alevili insancıl, özgürlükçü, hoşgörülü niteliklerini Kemalizm’in ilkleri ile zenginleştirmişlerdir.
Kemalizm’in olmazsa olmaz özelliği ise tam bağımsızlıktır. Başka bir deyimle; Kemalist olma onurunun ölçüsü, tam bağımsızlığı benimsemek bu uğurda uğraş vermektir. Tarihi süreç içinde oluşan bağımsızlıkçı, özgürlükçü, insana sevgiyle yaklaşma merkezli ve şekilcilikten uzak sevecen felsefe yanlıları ile aynı içerik ve nitelikteki Kemalist dünya görüşü aynen örtüşmektedir.
Bir başka gerçek ise; Batı fonlarından para alınarak, kimi projelerin gerçekleştirilmesinin, Kemalizm ve Alevîlikle bağdaştırılamayacağıdır. Çünkü para alanlar, emir almaya da alışırlar. Kemalizm ve Kemalizm’le bütünleşen düşünceler, tam bağımsızlığı ilke edindiği için emirleri, emperyalizmden değil, insanlık ve ülke yararları içeren kendi duyunç (vicdan) dünyasından aldıkları için bağımsız ve özgürdürler. Bağımsız ve özgür olabilmek hakkı ise ancak, kendi ekonomik kaynaklarını kendi yaratanlarındır.
Alevî toplumunun, Atatürk ile ne denli bütünleşip, Kemalizm’le ne denil örtüştüğünü, Türkiye’de tekke ve zaviyelerin kapatılmasını izleyen 11 Eylül 1925 günü, Bektaşi-Alevî tekke yöneticilerinin kamuoyuna açıkladıkları aşağıdaki bildiri, oldukça özlü biçimde ortay koymaktadır:
“Bütün sevenlere duyurulur ki, … İnsanlık âleminin ve Bektaşi yandaşlığının yüzyıllardan beri bekledikleri kurtarıcı (halaskar) ortaya çıkmıştır (zuhur etmiştir.) (Bu kişi) Yüce Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Paşa’nın bedeniyle gelen, bütün İslâm dünyasının ve bu arada Alevîlerin (Güruh-u Naci taifesinin) canları, malları ve huzurları güvence altına alınmıştır. Bu nedenle, tekkelerin var olma nedeni ortadan kalkmıştır. Bizlere düşen kurtarıcımızın yüce buyruklarına uyup bundan sonra dünya bilimlerini okutan Cumhuriyetimizin okullarına, insanlık bilimlerine ulaşmaktır. Hazreti Hünkâr Hacı Bektaşi Efendimiz de eğitimde bu yolu buyurur.
Tekkemizi kapatıp kutsal anahtarını Cumhuriyetimizin kurucularına teslim etmek günü gelmiştir. Böyle de yapılacaktır. Bütün sevenlere duyurulur.”
Emperyalizmin, Atatürk’ü yıpratmak ve Türkiye’yi bölmek için plânlar yaparken, bu plânlarında kullanacağı uşak aramasının nedenleri vardır. Bu nedenleri şöyle özetlemek mümkündür:
Halkı çok büyük çoğunlukla Müslüman olan hiçbir İslâm ülkesinde Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimler yaşanmamıştır, olmamıştır, olamamıştır. Ayrıca, halkı Müslüman olan hiçbir ülkede Türkiye'deki gibi nüfusun 1/3'ü Alevî halk kitlesi değildir.
Bu nedenlerle de, Türkiye'yi öteki İslâm ülkeleri düzeyine ve yapısına gerisin geriye çekmek isteyen emperyalizmin yapması gereken şey; bu özellikleri ortadan kaldırılmak ya da hiç olmazsa, çarpıtılıp yozlaştırmaktır. Bunun yanı sıra, Osmanlı düzeninin özlemini çekenlerin de amaçları bu yöndedir.
Bilinmelidir ki, Kemalist devlet modeline husumet besleyenler, din istismarının önünün kesilmesini hedeflediği için laikliğe karşıdırlar, Atatürk’ü sevmezler. Bu bağlamda Atatürk’ün “Birçok eski kurumları yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardı. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir.” Sözlerinin anlamı gericilerin fırsat bekleyip, eski düzeni yeniden kurma hevesinde oldukları dikkate alındığında; emperyalizmle bölücünün, gericinin, yobazın ve her türlü din tacirinin (dindarın değil dincinin) her bağlamda yardımlaşma içinde oldukları görülür.
Günümüze dek sürdürülen, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta Çorum’da… Kardeşin kardeşi öldürmesine dek uzanan, Alevî-Sünni ayrışmasının kökeninde de yine Osmanlı döneminde olduğu gibi yabancı parmağının olduğundan hiç kuşku duyulmamalıdır.
Bu bağlamda; günümüzde insan haklarından, ifade özgürlüğünden, demokrasinin nimetlerinden yararlanarak, devlet-millet ayrışmasını körükleyenlerle, ülkemizde azınlık yaratma arayışı içinde olanlarla, Hırvat kökenli Kuyucu Murat arasında amaç birliği var demektir. Çünkü her biri egemen güce, sömürüye hizmet etmektedirler.
Aynı şekilde; Dolar ya da Avro peşinde olarak, Türk ulusal birliğinin, ulusal dirliğinin, devletimizin tekli yapısının bozulmasına hizmet edenlerle, Sivas’ta 37 Türk aydınının yakılmasından birinci derecede sorumlu 6 kışkırtıcı cinayet zanlısını Almanya’ya kaçıran Alman Dış İstihbarat Servisi (BND) elemanlarından farkı yoktur. Çünkü aynı düzeyde Türkiye’ye kötülük yapmaktadırlar.
Öte yandan; bir insanın, hiçbir inanca sahip olmadan, dinsel inanç ve kurumları inkâr etmesi, kendisini “ateist” olarak görmesi ne denli doğal ise, bir insanın inanmadığı, kurallarını yerine getirmediği, bir inanç kurumunda öncü görevi üstlenmesi o denli doğal değildir.
Türkiye’de ve yurt dışında ulusal bütünlüğümüze hizmet eden, ülkemizin Kemalist anlayış doğrultusunda yönetilmesi için uğraş verenlerle, bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme kul köle olanların ayırtının yapılması ve Alevîliğin yozlaşmalardan, mankutlaşmalardan korunmasının sağlanması için; Görgü Cemi bir öneri olarak değerlendirilmelidir.
Görgü Ceminin Önemi ve Gereği
Görgü Cemi, bir anlamda “Alevî” olma kimliğinin tescili, Ceme katılanlar tarafından onanması anlamına da geldiğinden, Görgü (Kırklar) Ceminde yargılanarak, Alevîliği onanmayanların, Alevîler adına ahkâm kesmesi, dernek kurması, açıklamada bulunması, öncü görevi üstlenmesi işin özü ile çelişmektedir.
Görgü Cemi, Alevî inancının olmazsa olmaz kuralı olan; Eline, Diline, Beline (EDEBE) sahip olunduğunun, YOL’a uyulduğunun kanıtlanma alanıdır. Görgü Cemi; “dara” durularak yani kendini Tanrının huzurunda varsayarak candan geçmek, kötülüklerden arınmaktır.
Bu nedenle; bütün Alevî-Bektaşi dernekleri, vakıfları ve dernek yöneticilerinin ve bu kuruluşlara üye olma isteğinde olanların Alevî hakkında söz söyleyebilme yetkisini elde etmeleri için, öncelikle Alevîlik yükümlülüğü olan, Görgü Cem’inde “görülmeleri” gerekir.
Görgü Cami’inde, Cemi yöneten (dede), görülmek, yargılanmak, aklanmak üzere törene gelene (talibe) "dar gel, doğru söyle!" diyerek, alacağını alıp, vereceğini verip, tüm sorumluluklarından arınarak gelip gelmediği sorularak aklanacağı için, ancak aklanabilme gücünü kendinde görenler katılacaklardır.
Kırklar meydanına vardım
Gel beri ey can dediler
İzzet ile selam verdiler
Gel işte meydan dediler
Dizelerinde olduğu gibi, kendilerini öncü görüp, hesap vermeye hazır hissedenler, Görgü Cemi’nde meydana inmelidirler.
Öte yandan, Görgü Cemi’ne katılacak olanın toplumda sosyal dayanışmanın ve sosyal yardımlaşmanın önemli etkenlerinden olan, musahip kardeşinin de olması gerekmektedir.
Alevîlikte musahiplik kurumu; kazancı ortaklaşa kullanmak temeline dayanan, ömür boyu ailecek sürdürülecek yol ve inanç kardeşliğidir ki, toplumda sosyal dayanışmanın ve barışın temelini oluşturan bir etken olarak görülmelidir.
Görgü Cem’i töreninde asıl önemli unsur, yola girmenin, o yolda olmak için toplum önünde söz vermenin başlangıcıdır. Görgü Cemi’ne katılanların bütün insanlarla helâlaşmış olması, hiç kimseye karşı maddi ya da manevi borcunun olmamsı gerekmektedir. Böylece inançsal sistemin pekiştirilmesiyle birlikte, sosyal bir dengenin kazınılası sağlanmış olmaktadır.
Bu noktada belirtmeliyim ki, her hangi bir suç işleyen için hukukun öngördüğü mahkemelerde, yürürlükteki hukuk kurallarına göre yargılanan suçlu ile Görgü Cemi’nde “dara duran” talibin yargılanması birbirine karıştırılmamalıdır. Mahkemelerdeki yargı, yasal bir uygulamadır. Görgü Cemi ise bir ibadet yöntemidir. Bu nedenle Görgü Cemi’ni hukuk kurallarının üstünde ya da hukuk mahkemelerinin önünde görmek yanlışına da düşmemek gerekir. Bir Alevî inancı olan Cem törenini, diğer inanç ve ibadet biçimlerinden farklı kılan yönü; Cem töreninin toplumsal yargı içerikli olmasıdır.
Görgü Cemi; yurt içinde ya da yurt dışında kendilerini Alevîlerin öncüsü olarak görenlerin, Alevilerin inançları doğrultusunda yaşamalarını sağlamaya yönelik içtenlikle uğraş içinde olanların içtenlillerini ortaya çıkaracağı gibi, Türkiye’nin biriliğine dirliğine, ulusal bütünlüğüne göz diken emperyalizmin değişmez kuralı olan, bu günlerde Avrupa Biriliğine uyum süreci ilerleme raporlarıyla doruğa çıkan; “böl-yönet, bölemezsen müdahale et, kalanı da yok et” plânına hizmet eden ayarlı, dışa bağımlı, dış güçlerin maşası, dolar ve avro aylıklı kimilerinin Alevilerin içine sızmış olduklarını, Alevilikle ilgisi olmayan bu uşakların da açığa çıkarılmasına yarayacaktır.
Aynı şekilde, Alevî Diyaneti kurmakla suçlanan, Avrupa Birliği’nden 267.750 Avro aldığı belirtilen bir Vakıf başkanının bu konularda açıklama yapma fırsatı da doğmuş olacaktır.
Yine Görgü Cemi, Alevî kültür birikimini kullanarak geniş bir dinleyici kitlesi oluşturduktan sonra, bu birikimi paraya dönüştürmek için sahip olduğu radyo istasyonlarını, yüksek ederle başkalarına satanların, liberalizmin kuralını mı yerine getirdikleri, yoksa başka oyun için de mi olduklarına ya da elde ettikleri kazancı, ulusal birlikteliğe hizmet için mi kullanacağına da ışık tutacaktır.
Görgü Ceminde; “… Alevîler için Türk bayrağı ve Atatürk resminin derneklerimizde asılmaması, örgütlerimizi birleştiren ya da ayrıştıran bir tartışma konusu yapılmamalıdır” görüşünde olanlar da yargılanmalı, Atatürk’le bütünleşmekle ayrı bir yücelik kazanmış olan Anadolu Alevîliği bağlamında yargısı yapılmalıdır.
Sosyal bir yargılama içerikli olan Görgü Cemi törenine katılma cesaretini kendinde görenler, Cem’in kim tarafından yönetileceği tartışmasına girmemelidir.
Alevî inancında, okumuş-okumamış, köylü-kentli olsun “insan” en kutsal varlık, “Tanrının yeryüzündeki temsilcisi” değil midir?
Bu noktada, Atatürk’ün bir özdeyişinden yararlanarak, Alevî öncülerine sorulması gereken soruyu da netleştirmek mümkündür.
Atatürk diyor ki; “Sizi aldatmak ve küçük düşürmek isteyenlere açıkça sorunuz: Ulusal Egemenlik, bağımsızlık ve devlet kavramlarında düşünceniz nedir?”
Alevî öncüleri olduğunu ileri sürenlere sorulmalı, “Ulusal Egemenlik, bağımsızlık ve devlet kavramlarında düşünceniz nedir? Alevî kurallarını yerine getiriyor musunuz? En son ne zaman Görgü Ceminde yargılandınız? Musahibiniz var mı? Helal kazancınız dışında, haram gelir elde ettiniz mi?”
Bu sorulara olumlu yanıt verenlerin alnı açık başı diktir ve onlar toplumun öncüsü kişilerdir. Onları izlemek, açıklamalarını dikkate almak gerekir.
Ayrıca dikkate alınmalıdır ki;
İnsanlığın ortak kültürünün bir bileşkesi olan, kimi dinsel kuralları güncelleştirerek bir inanç sistemi benimseyen Alevîliğin yaşaması, dedelik kurumunun yaşamasına ve Alevî öncülerinin Alevî olma niteliğine sahip kişiler tarafından temsil edilmesine bağlıdır.
Dedelik kurumunun yaşama şansı ise dedelerin günümüz koşulları doğrultusunda ilimle bilimle donanmaları koşuluna bağlıdır. İlim ve bilimin yeri ise ulusal benliğimizi, bütünlüğümüzü pekiştiren izlencelerin yer aldığı, çağdaş içerikli eğitim veren okuldur. “Okul; genç kafalara, insanlığa saygıyı, ulusa ve ülkeye sevgiyi, bağımsızlık şerefini öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru ve sağlam yolu “ belleten, bu belletme niteliğindeki öğretici ve araçlarla donanımlı yerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder