26 Mayıs 2018 Cumartesi

"TÜRKİYE’NİN AB’YE TAM ÜYELİK SÜRECİ VE ORTA DOĞU PROJELERİ" - Araştırmacı, Kemalist Yazar: HÜSNÜ MERDANOĞLU

TÜRKİYE’NİN AB’YE TAM ÜYELİK SÜRECİ VE ORTA DOĞU PROJELERİ
Türkiye’nin, AB’ye tam üye olarak alınacağı yönünde oyalanması sürecinde; insan hakları, demokratikleşmek gibi görünürde masum, özünde Türkiye’nin etnik yönden ayrıştırılmasına yönelik dayatmalar, geçmiş tarihimizde Tanzimat dönemini anımsatmakla birlikte, gelecekte Orta Doğu Projelerine hizmet etmektedir.
“Orta Doğu Projesi” bir değil birden çoktur. Avrupa ülkelerinin, ABD’nin, İsrail’in ve Rusya’nın, tarihin her evresinde ilgi alanı olan Orta Doğu’ya yönelik ayrı ayrı Orta Doğu Projeleri bulunmakta ve Türkiye’nin AB’ye tam üye olma sürecinde verdiği ödünlerle ulus devlet yapısından uzaklaşması, her proje sahiplerinin işini kolaylaştırmaktadır.
Avrupa’yı Kafkasya’yı, Balkanları denetim altına almak isteyen güçler, konum yönünden dünyanın merkezi olan Orta Doğu bölgesini ele geçirmeyi hedeflemektedirler.
Bu bağlamda;
İngiltere merkezli dünya, Osmanlı sonrasında ortaya çıkan Şark Sorununun çözümü için Dörtlü Konfederasyon plânını gündeme getirmiştir. Bu doğrultuda Balkanlarda, Anadolu'da, Kafkasya'da ve Orta Doğu'da etnik topluluklar ve cemaatlerden oluşan küçük devletlerin federasyon kurmasını ve oluşacak bu dört federasyonun daha sonra "Yakın Doğu Konfederasyonu" adı altında İngiltere'nin güdümünde, İstanbul merkezli bölgesel yapılanmaya götürülmesini hedeflemiştir. Bir anlamda İngiltere, Anglosakson egemenliğinde yeni bir Bizans Projesi'ni devreye sokmak istemiştir.
Ne var ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin çok kısa süre içerisinde gerçekleştirdiği başarılar, ezilen uluslara örnek ommuş, Atatürk döneminde emperyalist beklentiler geriye tepmiştir.
Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne üyeliği konusunda kesin tarih verilmemesi sürecinde, hem Türkiye’nin hem de Avrupa kamuoyu uyutulurken, ABD'nin soğuk savaş sonrası için geliştirmiş olduğu Büyük Orta Doğu Projesinin hazırlıkları sürdürülmüştür. İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında bölgeye gelen ABD, Filistin'de İsrail devletini kurdurduktan sonra, İsrail merkezli bir Büyük Orta Doğu için çaba göstermiştir.
Bu doğrultuda;
-NATO, ABD’nin Orta Doğu’da yerleşmesine kolaylık sağlayan bir örgüt olma görevini üstlenmiş,
-Atatürk tarafından tam bağımsızlığa ve ulusal egemenliğe dayalı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ten sonra, Amerika'nın bölgeye girişi için bir giriş kapısı konumuna getirilmiş,
-NATO’nun Türkiye’ye gelmesi ile birlikte Türkiye’nin Güney komşuları ile arasını açmış, komşularından soyutlamış, Atatürk’ün kurduğu dostluk köprülerini yıkarak, Türkiye’nin Batı’ya muhtaç olması sağlanmış,
-Ilımlı İslâm projesi geliştirilip desteklenerek, Müslüman dünyanın güç birliği yapması önlenmiş, yeni İslâm tarikatları yaratılarak siyasi ve ekonomik destekle bunlar güçlendirilmiş,
-“Müttefik” görünümlü güçler tarafından terör desteklenerek, ulusal birlik ve bütünlüğün zedelenmesi, devlet millet arasının açılması, yeni yatırımlar yapmak için kullanılacak olan ulusal kaynakların terörü durdurmak için harcanması sağlanmış,
-Çekiç Güç ile bölgedeki ABD üstünlüğü perçinlenmiş, Türkiye ilerde kendisini tehdit edecek olan Kuzey ırakta kurulan Kürt devletinin kurulması engellenememiştir.
Böylece Türkiye, Atlantik İttifakı'nın (ABD-İngiltere) bölgeye girişinde merkezi üs olarak kullanılırken, ABD "stratejik müttefik" olarak ilân edilmiş ve ABD
Türkiye ve ABD Dışişleri bakanlarının, karşılıklı çıkarlarını gözetlemek amacı ile ortak strateji belgesi imzalamak için bir araya geldiklerinde (Temmuz 2006) ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde (Armed Forces Journal-AFJ) emekli bir ABD albayı tarafından yayımlana makalede; Orta Doğu haritasının yeniden çizilmesi gündeme getirilmiş ve Türkiye’nin bölünmesi içeren harita yayınlanmıştır.(1) Böylece; ABD’nin ne denli stratejik müttefik (!) olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
İsrail’in Orta Doğu Projesi; küçük küçük eyaletlerin oluşacağı devletçiklerin bir araya gelmesiyle kurulacak bölgesel konfederasyonu hedeflemektedir.
Bu çaba doğrultusunda; Orta Doğu’da Yahudileri rahatlatmak üzere, Suriye’nin; Alevi, Sünni, Dürzi, Süryani ve Maronit olarak beşe, Türkiye’nin; Kürdistan, Ermenistan, Pontus, İyonya, Marmara, Trakya, ve Anadolu devletçikleri biçiminde yediye, İran’ın; Azerbaycan, Kürdistan, Farsistan, Türkmenistan, Belucistan olarak beşe bölünmesi, Irak’ın; Kürt0, Şii, Arap olarak bölünmesi, İsrail, Filistin, Ürdün ve Lübnan’ın da katılımı ile (2) Orta Doğu Birleşik Devletlerinin kurulmasına çalışılmaktadır.
Bu süreçte Kürdistan'ın kuruluşu gündeme gelmiş, İsrail'in organizasyonu ve ABD'nin desteği ile bölgeye yeni bir devlet olarak getirilen Kürdistan projesi fiilen kurulmuştur. Bu bağlamda, “Büyük Orta Doğu Projesi (Plânı)”, özü itibarıyla Büyük İsrail Projesidir.(3) İsrail için yaşamsal önemde olan Büyük Orta Doğu Projesini gerçekleştirebilmesi için Türkiye’nin ayrı bir önemi bulunmaktadır. Etrafı işgal ettiği İslâm devletleriyle çevrili olan İsrail, 1949’da Türkiye tarafından tanınmış olmakla nefes alabilmiştir. Yani “Türkiye, İsrail'in nefes borusu”(4) olmuştur.
ABD merkezli Orta Doğu Projesi; İngiltere'nin alternatifi olarak Osmanlı alanını düzenlemek değil, Sovyetler Birliği'nin çökmesinden yararlanılarak dünyanın tek süper gücü olarak, hegemonyaya dayanan küresel bir düzen kurmaya yöneliktir.
Bu anlamda ABD’nin Orta Doğu Projesi; eski Osmanlı imparatorluğunun ülkesi olan Balkanlar, Anadolu, Kafkasya, Orta Asya ve Kuzey Afrika’yı hedef almakta ve bütün bu bölgeleri ABD’nin yönetimi altında bir araya getirerek, süper gücün dünya egemenliğini kurma (5) hedefidir.
ABD, NATO gücünü kullanarak Afganistan’a ve Irak’a girmekle, Orta Doğu pazarını Avrupa’dan önce kontrol altına almayı başarmıştır. Bunu gerçekleştirirken de, emperyalizmin her zaman üstlendiği “kurtarıcı melek” rolünü üstlenmiş, her gittiği yere demokrasiyi(!) götürme görünümünde olmuştur.
Büyük Orta Doğu’da Avrupa’nın etkili olması, Avrupa’yı dünyanın en büyük gücü durumuna getireceğinin, Rusya’nın kontrolüne girmesi, Rusya’nın büyük güç olacağının, bölgeyi kontrol edemezse;(6) dünya üzerinde etkinliğinin azalacağının ayırtında olan ABD ile İsrail tüm güçlerini Türkiye’nin yanı başında bulunan Orta Doğu’da etkili olmak için Türkiye’yi kullanmaktadırlar.
Rusya ise sıcak denize ulaşabilmek için, tarihin derinliklerinden beri Türkiye topraklarında ya da Türkiye’nin yakın bölgelerinde kendinse tampon bölge oluşturmaya çalışmaktadır.
Böylece Türkiye, Batı Bloğu'nun üç merkezi olan ABD, AB, İsrail ile Rusya’nın üstünlük çekişmesi alanın merkezinde bulunmaktadır.
Bu plânların ortak noktası; emperyalizmin değişmez ilkesi olan “böl ve yönet” yaklaşımıyla, güdülecek ve kontrol altına alınacak ülkecikler yaratmaktır. Bu bağlamda Kopenhag Ölçütleri içeriğinde yer alan; Demokrasinin ve demokratik kurumların (hukuk düzeni, çok partili, sistem, insan haklarına saygı, azınlıkların korunması ve çoğulculuk gibi) istikrarın sağlanması koşulu, Türkiye’de etkin ayrışmaya yöneliktir. Etnik ayrışma ise Lozan Antlaşmasının geçersizliğinin sağlanmasını, tıpkı Mondros ve Sever koşullarında olduğu gibi Türkiye’nin bölünmesini ve paylaşılmasını kolaylaştırılmanın alt yapısıdır. Türkiye’nin bölünmesi ve bölüşülmesi ise Irak, Suriye, İran gibi diğer Müslüman devletlerin parçalanıp bölünmesini içeren, Orta Doğu Projelerinin uzantısıdır.
Görünen o dur ki; Türkiye ve diğer bölge ülkeleri, başta Irak olmak üzere, İran, Suriye, Azerbaycan, Gürcistan, Ürdün, Suudi Arabistan, Lübnan ve Mısır gibi Orta Doğu ve çevre ülkeleri büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Küresel eşkıya olarak Amerikan ordusu bütün bölgeyi işgal etme plânları içindedir. Bu süreçte Türkiye, hem bölgeye karşı müttefiklik görünümü ile kullanılmak istenmekte hem de bölgenin merkezindeki ülke olarak yeni yapılanma sürecinde dönüştürülmek istenmektedir.
Orta Doğu'ya gelen bu saldırganlığa karşı Türkiye, antiemperyalist Atatürk Türkiye’sine yaraşır dik duruş sergileyerek, hem ülke bütünlüğünü korumak, hem de bölge ülkeleri olan komşuları ile bir araya gelerek birlikte hareket etmek için ortak davranış içine girmek zorundadır.
Atatürk, Osmanlı sonrası dönemde Doğuya açılırken; önemli sayıda Türk nüfusu barındıran İran ve Afganistan'ın Sadabat Paktı içinde yer almasını sağlamıştır. Ayrıca eski bir Osmanlı ülkesi olan ve milyonlarca Türkmen’in yaşadığı Irak’ı bu paktın içine alarak, dünyanın merkezi bölgesinde bir bölgesel dayanışmanın temellerini atmıştır. İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı öncesinde (8 Temmuz 1937’de) Tahran’da Şah’ın Sadabat Sarayında imzalanan “Sadabat Paktı”; Türkiye’nin önderliğinde Orta Doğu ülkelerinin bir araya gelerek, Batılı emperyalistlerin bölgedeki egemenlik arayışlarına karşı kendilerini korumak için güç birliği yapmaya yönelik dostluk birlikteliğidir. Başka bir anlatımla Sadabat Paktı; Türkiye’yi ve komşularını, yaklaşmakta olan İkinci Paylaşım Savaşı’nın olumsuzluklarından ve sonrası gelişmeler karşısında korumaya yönelik birlikteliktir.
İkinci Paylaşım (Dünya) Savaşı öncesinde zorunlu görünen bu girişimin, benzeri bir birlikteliğin yeniden gündeme getirilmesi ve gerçekleşmesi için çaba içinde olunması, ulusal bir yükümlülüktür.
İsrail ve Amerika’nın sürekli tehditleri ile karşı karşıya kalan İran ve Suriye, günümüzde Türkiye'ye yakınlaşmak ve Türkiye ile beraber ortak bir hareket yöntemi geliştirebilmek için çaba içinde olmak zorundadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti, nüfusunun tamamı Türk asıllı bir ülke konumundaki Azerbaycan'ı da yanına alarak, İran ve Suriye ile bir araya gelmelidir.
Ancak, halen NATO üyesi olan Türkiye'nin, kendini korumak için böyle bir savunma örgütüne girmesine başta Amerika olmak üzere, diğer Batılı ülkelerin karşı çıkacağı açıktır. Bölgenin petrol yataklarından yararlanmak isteyen bütün Batılı emperyalist devletler, bölge ülkelerinin kendilerini korumaları için böylesine bölgesel bir birlikteliği oluşturmalarına izin vermek istemeyeceklerdir.
Ancak unutulmamalıdır ki, hiçbir ülke, Türkiye için (B) plânı yapmayacaktır. Yabancıların yaptığı plânlar her zaman Türkiye’nin yıkımına yönelik olmuştur. AB(D)’ye dayalı A Plânı Orta Doğu Plânlarına hizmet etmektedir. A Plânı; İngiltere merkezli Yakın Doğu Konfederasyonu, Amerika merkezli Büyük Orta Doğu Projesi, İsrail merkezli Büyük İsrail Projeleri'ni hedeflemektedir. Hepsi de, emperyalist plânlarıdır.
Atatürk’ün ölümünden (ya da öldürülmesinden) sonra, gerçekleşen İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşı sonuçları doğrultusunda dünyadaki egemenliğini pekiştiren ABD, Türkiye’nin kontrolünü eline geçirmiştir. Bu kontrolün sağladığı üstünlükle, Sovyetler Birliği'nin yıkılması sürecinde de Türkiye yoğun bir psikolojik savaş etkisi altında tutulmuş, ulusçuluğu (milliyetçiliği) bile kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmiş, böylece Kemalist yapıdan uzaklaştırılan Türkiye’de, Türk halkının uyanarak gerçekleri görmesi engellenmiştir. Oysa Atatürk’ün hedeflediği Türkiye’nin halkı uyumak değil, çağdaş uygarlıkların daha da üstüne çıkması için uyanık olmak durumundadır.
Atatürk’ten sonra Türkiye’yi yönetenler; Bağımsızlığın güvencede olabilmesi için saniyeleşmenin kaçınılmaz olduğunu görmezden gelerek, Batı ile bütünleşme siyaseti güdüp, ülkemizin sanayi atılımını duraklatarak, ülkeyi Batı’nın pazarı durumuna düşürmüşler, özeleştirme görünümü altında ülkenin bağımsızlığının güvencesi ekonomik kuruluşlar, ulusal çıkarın can düşmanı çokuluslu şirketlere satılarak, halk ve devlet kendi kaderine terk edilip, devletin dayanak noktaları zayıflatılmıştır.
ABD ve AB yönlendirmeli (A) Plânının Türkiye’yi kuruluş amacından uzaklaştırıp, yeniden Sevr benzeri bölünmeye yönelik olduğunun anlaşıldığı bu aşamada; Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Atatürk’ün ortaya koyduğu devlet modeline sahip çıkarak varlığını koruyabilmesi için emperyalizmin A plânına karşı, bölge ülkelerinin Sadabat Paktı benzeri bir dostluk yaklaşımı ile Türkiye’nin B plânı etrafında birleşerek kendilerini koruyacak, olası tehlikeler karşı güç birliği yaparak, dünyanın ortasında yeni bir güç merkez oluşturmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin bağımsızlığı ile Orta Doğu’nun bağımsızlığı aynı yaşamsal öneme sahiptir.
*
(1) 07.07.2006 günlü Cumhuriyet gazetesi, s.11.
(2) Anıl Çeçen, Türkiye’nin B Planı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2006, s.13. (konu ile ilgili geniş bilgi için bu makalenin hazırlanmasında geniş ölçüde yararlandığımız, Anıl Çeçen’in adı geçen kitabına bakılmalıdır.)
(3) Nitekim, Araştırmaca Yazar Uğur Mumcu, MOSSAD-Barzani ilişkisini gündeme getirdiğinde, arabasına yerleştirilen bomba soncunda 24 Ocak 1993 günü öldürülmüştür. Örneğin, Mumcu’nun 7 Ocak 1993 günlü yazısı “MOSSAD ve Barzani” başlığını taşımıştır. Uğur Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu, Uğur Mumcu’nun öldürülmesinde söz konusu yazının etken olduğunu açıklamıştır. (İsrafil K.Kumbasar, Yeniçağ gazetesi; 25-26 Mayıs 2006)
(4) Hüsnü Mahalli, 30.05.2006 Akşam Gazetesi.
(5) Anıl Çeçen, a.y.,y, s.366.
(6) Mahir Kaynak, Büyük Ortadoğu Projesi, Timaş Yayınları, 10. Baskı, İstanbul, 2005, s.14.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder