19 Mayıs 2018 Cumartesi

YEŞİL İKEN KURUTULAN ÇINAR KÖY ENSTİTÜLERİ, Araştırmacı-Yazar, HÜSNÜ MERDANOĞLU

YEŞİL İKEN KURUTULAN ÇINAR KÖY ENSTİTÜLERİ

Köy Enstitülerinin içeriğinde yer alan “köy” sözcüğü ile at, ahır, bağ, bahçe gibi Köy Enstitülü öğrencilerinin o günün koşullarında eğitimlerinin bir bölümünü oluşturan ders konuları yanıltıcı olmamalıdır. Köy Enstitüleri günümüze dek varlığını koruyabilselerdi hiç kuşku duyulmasın ki, eğitim izlenceleri günün koşullarına göre düzenleneceği için, günümüz de yaşamının önemli bölümünü oluşturan, bilgisayar ve benzeri çağdaş araçların üretim ve yazılımının öncüleri de yine onların arasından çıkacaktı.

Giriş
Emperyalizmi yenmede ve devlet yaşamının her alanında uygulamaya koyduğu ilkelerle öncülüğünü kanıtlamış olan devlet kurucusu Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının geri kalmışlık zincirini kırarak, birbiri ile barışık, ulus ve üniter devlet bütünlüğü içinde çağdaş devletlerin yurttaşları düzeyine yükselmelerini hedeflemekteydi. Böyle bir devlet düzeyine yükselmenin ön koşulu ise; geleceği plânlayan, düşünmeyi, üretmeyi öğreten ulusal içerikli izlencelerin yer aldığı okullarda verilen eğitimle mümkün olabilirdi. Atatürk dönemine değin, Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük çoğunluğunu oluşturan Anadolu halkının yüzde doksanına yakını köylerde yaşamaktaydı. Üstelik Osmanlı yönetimi Anadolu halkını, sadece askere çağrılmak ya da vergi alınmak durumlarında anımsanmış olduğu için halk, insanca yaşama olanakların her türünden yoksun yaşadığı gibi, eğitimin temel kurumu olan okuldan ve çağdaş eğitimi öğretecek nitelikli eğitimciden yoksun durumdaydı. Üstelik uzun yıllardan beri süren savaş koşulları nedeniyle de Anadolu halkı yılgın, bezgin, fakir ve çaresiz durumdaydı. Ayrıca, nüfusun sadece %5’i okuma-yazma biliyor, halk ile yönetici ilişkilerinde anlayış ve kavrayış uçurumu bulunuyordu. Halkın çoğunluğu dünyadaki çağdaş gelişmelerden habersiz olduğu gibi, Türkiye’de olan bitenden bile habersizdiler. Oysa ülkede yeryüzünün en saygın devrimi yapılmış, padişahlık kalkmış halk, kula “kul” olmaktan kurtarılmış “yurttaş” olma hakkına kavuşturulmuştu.

1927 yılı nüfus sayımında; kadınlarda %4, erkeklerde %13’ü okuma yazma biliyor, genel nüfusun okuryazarlık oranı % 8.16 idi. Güney-Doğu illerimizin kimi köylerinde ise bu oran % 1 bile değildi. Bu ayıp ve utanma payı kuşkusuz ki, Cumhuriyet yönetimi öncesi idarecilerine aitti.

Ancak bu ayıbın giderilmesi ulusal bir görevdi.
"... önemli ve en verimli ödevimiz eğitim ve öğretim işleridir. Eğitim ve öğretim işlerinde kesinkes muzaffer olmak gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak böylelikle olur. " diyen, Devrimin önderi bu ayıbın ortadan kaldırılması kararlılığında idi.

Devlet kurcusu Atatürk, devrimci kimliğine yaraşır bir yaklaşımla;
“ … Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar." Diyerek, halkta yurttaşlık bilincini pekiştirmek istiyor, üstelik çok zor koşullarda gerçekleşen Kemalist Büyük Türk Devriminin sürekliliği için, devrimin sağlam temellere dayanması gerekiyordu.

Devlet kurucusu Atatürk'ün ulaşmak istediği hedef; eğitim ordusu yaratarak, Türk ulusunu bilgisizlerin güdümünden, yönlendirilmesinden, dayatmasından kurtarmaktı. Bu hedefin ön koşulu ise; eğitim birliğini sağlayarak, ulusal eğitimi gerçekleştirmekti. Atatürk'ün ulusal eğitimden anladığı ise, bilimsel düşünceye dayalı laik eğitimdi.i Teokratik bir devlet yapısına sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda "ilim" kavramı İslâm ilmini (fıkıh, hadis, kalem vb.) ifade ediyordu. Osmanlının Avrupa ile ilişkileri sıklaşınca, II. Mahmut'tan sonra müspet ilimleri ifade etmek üzere "fen" sözcüğü de kullanılmaya başlanmıştı. Atatürk, laik bir ilim anlayışı getirirken, toplumsal bilimleri de müspet ilimlerle bir arada aynı kavramla ifade etmekteydi.ii

Devlet kurucusu Atatürk; "… Bazı durumlar vardır ki kanunla emirle, milletçe omuz omuza boğuştuğunuz halde düzel­mezler. Adam fesi atar şapkayı giyer ama alnında fesin izi vardır. Siz sarıkla gezmeyi yasaklarsınız, kimse sarıkla dolaşamaz. Ama bazı insanların başındaki görünmeyen sarıkları yok edemezsiniz. Çünkü onlar zihniyetin içindedir. Zihniyet binlerce yılın birikimidir. Bu birikimi bir anda yok edemezsiniz. Onunla sadece boğuşur­sunuz. Yeni bir zihniyet, yeni bir ahlak yerleşinceye kadar boğu­şursunuz. Ve sonunda başarılı olursunuz ... "iii demişti. Binlerce yıllık zihniyeti değiştirerek, yeni bir ahlak yerleştirerek başarılı olmanın anahtarı, ulusal içerikli izlenceler süzgecinden geçerek çağdaş eğitim görmüş eğitimcilerle başarılabilirdi. Bu nitelikteki eğiticilerin yetiştiği yer ise; “Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve ulusal geleneklerine düşman olan bütün öğelerle savaşmak” gereğinin öğretildiği, ulusal ruh aşılayan okullardı. Bu ruh Köy Enstitülerinde yeşermeye başlamış, Tüm Anadolu’ya yayılmak ve ulusal tohumlar ekmek üzere iken yok edilmişlerdir. Asıl önemlisi de; Köy Enstitülerinin kapatılması ile birlikte, Türkiye’nin geleceğine çok yönlü darbenin vurulmuş olmasıdır.

Kuruluş Süreci
Atatürk, 1 Mart 1922’de TBMM'de yaptığı konuşmada;

" ... Öyle bir program izlemek zorundayız ki, o program ulusumuzun bugünkü durumuna, toplumsal yaşam ihtiyacına, çevrenin koşullarına ve yüzyılın gereklerine tümden uygun ve denk olsun. ... Yüzyıllardan beri ulusumuzu yöneten hükümetler öğretimin ve eğitimin genelleşmemesi isteğini göstere gelmişlerdir. Ancak bu isteklerine varmak için (Doğuyu ve Batıyı taklitten kurtulamadıklarından), sonuç ulusun bilgisizlikten kurtulamamasına varmıştır. Bir yandan bilgisizliği gidermeye uğraşırken, bir yandan da ülke çocuklarını toplumsal ve iktisadi yaşamda etkili ve yararlı kılabilmek için en gerekli olan ilksel bilgiyi eylemli bir biçimde vermek eğitim ve öğretim yöntemimizin temelini oluşturmaktadır. Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, ve ulusal geleneklerine düşman olan bütün öğelerle savaşmak gereği öğretilmelidir. Uluslararası durumuna göre, böyle bir savaşmanın gerektirdiği ruh öğeleri ile kuşanmış olmayan bireylere ve bu bireylerden oluşmuş toplumlara yaşam ve bağımsızlık yoktur.

Evrensel içerikteki bu sözlerin sahibi evrensel önder Atatürk, 27 Ekim 1922'de Bursa'da, Bursa ve İstanbul öğretmenlerine de şunları söylemiştir:

"... Eğitim ve öğretim işlerinde ne yapıp yapıp başarılı olmak gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yolla olur. Bu başarının sağlanması için hepimizin tek can ve tek düşün olarak temelli bir program üzerinde çalışması gerekir. Bence bu programın temelli noktaları ikidir:

1- Toplumsal yaşamımızın gereksinmesine uygun gelmesi,

2- Yüzyıl gereklerine uygun düşmesidir.

"... Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan uluslar zayıftır, hastalıklıdır.

Atatürk'ün önerdiği eğitim sistemi hiç kuşkusuz Köy Enstitüleridir. Köy Enstitüleri denemesi önce 1926 yılında Kayseri ve Denizli'de Köy Öğretmen okulları açılarak başlatılmış, 1937-38-39 yıllarında 4 köy öğretmen okulu daha geniş kuruluşlar olarak açılmıştır. Atatürk'ün sağlığında, 3238 sayılı "Köy Eğitmenleri" Yasası yürürlüğe konuldu. Yine Atatürk'ün sağlığında Eskişehir, İzmir ve Kırklareli köy öğretmen okulları açıldı. Ancak, Atatürk'ün amaçladığı "köye yararlı meslek adamları" yetiştirilmesine yönelik, ulusal ve evrensel düzeyde Köy Enstitülerinin başlangıcı Atatürk’ün ölümünden sonra 17 Nisan 1940 yılında 3803 sayılı Yasa ile olmuştur.

Ancak bu aşmaya gelmeden önce, 1935’te İsmail Hakkı Tonguç'un İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirilmesiyle 1937’de iki köy öğretmen okulu açılmış, böylece Köy Enstitülerinin temeli henüz Atatürk yaşamakta iken atılmış olduğunu da vurgulamak gerekir.

1938 yılının son aylarında Milli Eğitim Bakanlığına atanan Hasan Âli Yücel’in girişimi ile 3803 ve 4274 Sayılı yasalar yürürlüğe konulmuş, bu süreçte Türk eğitimine yeni işlevler yüklenmiş, Türkiye’de yüzyılların ihmali olan ekonomik, sosyal, kültürel ve tüm yaşamsal yoklukların aşılması, kul olmaktan kurtularak yurttaş olma hakkını kazanan halka, bu haktan yararlanma bilincinin verilmesinin önü açılmıştır.

Ulusal İşlevleri
Köy Enstitülerinin Türkiye’miz için ne denli önemli kazanımlar elde ettiğini görebilmek için şu tarihi sözlere kulak vermek gerekir: Dönemin Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, 1929 yılında şöyle demişti;

“Türkiye Cumhuriyeti’nde EĞİTİM yoktur. UTANARAK SÖYLÜYORUM: bazı köylerde OKUL bile yoktur. Hatta sözümü 3-4 vilayete tatbik edebilirsiniz. Buralarda daha 30 SENE OKUL açılması söz konusu değildir.”

Kapatıldıklarında toplam sayıları sadece 21 olan Köy Enstitüleri;
1-Eğitsel,
2-Ekonomik,
3-Toplumsal
4-Siyasal
olmak üzere dört işlev üstlenmişlerdir.

Kendisini çok yönlü ve baş döndürücü bir değişim içinde bulan halk, sayısı 40.000'i bulan köyde yaşıyor, köylü sayısı genel nüfusun %80'ini oluşturuyordu. Bu durumda, bir yandan ülkeyi teknik yönden kalkındıracak teknik elemanları yetiştirmeye çalışılırken, bir yandan da okul, sağlık ocağı gibi kuruluşların bulunmadığı köylüyü aydınlatmak gerekiyordu. Köylü geleneksel yöntemlerle tarım işleri yapıyor, verimli tarımsal çalışmaları bilmiyordu. Bütün bu eksiklikleri gidermenin ön koşulu ise yetenekli öğreticilerin yetiştirilmesiydi. Köy Enstitüleri kısa sürede kendilerine yüklenen işlevi başarı ile yerine getirdiler.

Köyden alınıp, ulusal ve çağdaş eğitimle eğitildikten sonra köye gönderilen eğiticilerin yetiştirildiği Köy Enstitülerinin sayısı 1944'te 20, öğrenci sayısı da 16.400’dür. 15.000 dönüm yer ekilip biçilmiştir. Meyveli meyvesiz 250.000 fidan dikilmiştir. 9000 baş hayvana kavuşulmuştur. Kimi Enstitüler, kendi ürettikleriyle geçinebilecek eğitim işletmeleri durumuna gelmişti.iv

Köy Enstitüleri yatılı ve beş yıllıktı. Yıllık öğretim 10.5 aydı. Öğrenciler her yıl 1.5 ay köylerine dönüyorlar, bu süre içerisinde ise bir inceleme dosyası hazırlıyorlardı.

"Bu kurumlarda tam anlamıyla geniş bir iş eğitimi, üretici eğitim, ekonomik eğitim, sanat eğitimi, düşün eğitimi, kişilik eğitimi, beden eğitimi, demokratik eğitim dahası, eğlence eğitimi, geniş temizlik eğitimi, birbiriyle uyumlu olarak yürütülürdü. Enstitünün tüm işlerini öğrenciler yaptıkları gibi, yönetime de tam anlamıyla katılırlardı."v

Bu kuruluşların ne olduğunu anlamak için şunlar söylenebilir: Bir kısım çocuklar atları tımar ediyorlar, bir kısım çocuklar tarih dersinde İskitlerin Mısır'ı talan etmelerini anlatıyorlar, bir kısmı, tabiat bilgisi dersinde gelinciğin nasıl bir bitki olduğunu, tarlalara zararlarını anlatıyor ve bundan korunma yöntemlerini öğreniyorlar. Bir kısmı kışın yiyecekleri lahanaların yapraklarındaki kurtları öldürmekle uğraşıyor, bir kısmı yeni yatakhanelerin çatısını yapmakla uğraşıyor, bir kısmı da o gün yiyecekleri sebzeleri ayıklıyordu.

Bu kuruluşlar bir arı kovanı gibi, tam bir aile görünüşü ile kendi gereksinmelerine yanıt verecek eksen etrafında işleyen bir insan fabrikası idi. Böyle yetişen ve alacakları görevleri küçük vücutlarından beklenmeyen sorumlulukla yapan köylü çocuklarımızın yarın yetiştirecekleri nesillerin yapacaklarını düşünmek küçük bir şey değildir.vi Ancak, bu kuruluşları kapatanların beklentileri, küçük denecek düzeydedir. Bizim öz gerçeğimiz doğrultusunda kurulan bu kurumları, henüz emeklemeye çıkmış bir çocuk tazeliğinde iken boğdular. Bunlara uzanan ellerin sahipleri Türk halkına yaptıkları ihanetin farkında olmayabilirler. Ama bu katilleri tarih kara leke olarak yapraklarına yazacaktır.vii

Ülkemize gelen bütün yabancı uzmanların Köy Enstitülerini yararlı, hatta bütün dünya için örnek bir eğitim ve öğretim ocağı olarak göstermelerinin nedeni, bu okullarda bilginin, yaşam, uğraş ve gereksinmelerinden çıkarılması, ortak ve birlikte bir yaşam gerçeklerinin koşulları içinde, sosyal ve ekonomik çerçeveye uyularak canlı bir eğitim verilmesi idi. Ne bilgi bir süs, ne tavır ve hareket bir gösteriştir. Hepsi yaşam içindir. Köyden gelen temiz Türk çocukları bu beklentilerin gerçekleşmesini sağlıyorlardı.viii

Böyle bir eğitim sistemi, Atatürk'ün özlemini duyduğu, ulaşmak istediği hedeflere varmak için en uygun sistemdi. Atatürk Devriminin; cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimcilik ilkeleri Köy Enstitülerinde en iyi biçimde veriliyor, Türkiye, çağdaş insanı yetiştirerek, çağcıl hedefe doğru ilerliyordu. Köy Enstitülerinin varlığı işte bu ilerleyişi istemeyenleri huzursuz etti. Yabancı uzmanların imrendiği bu kuruluşlar, kimi aydınlarımız ve kimi eğitimcilerimiz tarafından bir kez bile incelenmediği, görülmediği halde, eksikleri var ise, onları düzeltecekleri yerde,ix bu güzel kuruluşlar eleştiri konusu yapıldı, yerden yere vuruldu. Aslında, saldırılan Türk devriminin geleceği idi. Ne yazık ki bu yıkım girişimleri, Türkiye için yapılıyordu(!)

Köy Enstitülerinin Önemi
Eğer, Köy Enstitüleri aynı hızla ve kararlılıkla devam etmiş olsaydı, hiç kuşku duyulmasın ki, Türkiye’de hiç bir yaşamsal sorun kalmayacak, Türkiye birinci sınıf gelişmiş ülke olacaktı. Çünkü Köy Enstitülerinde yetişen öğretmenler aldıkları eğitimin bilinciyle, ülkenin her köşesine büyük bir özveri ile giderek ışıklar yansıtmakta, oraları aydınlatmaktaydılar.

"Çağdaş eğitimden geçmiş insanlardan kurulu toplumlar, sorunlarını çözmeye, gelişmeye çok daha yatkındır. Aklın, bilimin verilerini kullanır. Başkalarına kolay aldanmaz. Sömürülmez. Teknolojiyi daha iyi kullanır. Üretimi en yüksek düzeye ulaştırır. Toprağı iyi işler, verimi artırır. Hangi iş alanında olursa olsun, haklarını görevlerini olumlu yolda kullanır. Çağdaş insanın bilgileri ile donatıldığı için uygarlığın nimetlerini yaşar. Sanatsal, bilimsel, kültürel etkinliklerden yararlanır. Böyle bir toplum geri kalmışlık çemberini çok çabuk kırar. Yoksulluktan, karanlıktan kurtulur. Uygarlık yolunda hızla yol alır. Türkiye'nin her kesimine yayılmış Köy Enstitülerinin sayısı daha ilk yıllarda otuza kırka, giderek yüze, hele bugünkü İmam Hatip okullarının sayısına, beş yüze ulaşsaydı, elli yıldır milyonlarca insanımız bu eğitimden geçseydi... Her biri okuyan tartışan, ülkemizin herhangi bir yerinde toprağa kök salıp oraları yaşanır hale getiren milyonlarca insan, kültür düzeyi yüksek, doğruları yanlışları ayırabilen, gerçekten demokrat yurttaşlar... O zaman hırsız, yalancı düzenbaz birtakım insanlar yönetim yerlerine gelebilir miydi?... "x

Böylesi ulus sever, sorumluluğunu bilen, özverili kişiler devletin diğer kademelerinde de görev alırlar ise, devlet olanaklarını kendi yararlarına kullanma girişiminde buluna bilirler mi? Elbette hayır.

Köy Enstitüleri varlığını koruyabilseydiler; ülkenin her yöresine ulaşımın metro ile sağlanıyor, deniz ve diğer su yolları olağanüstü gelişmiş, müzik kültürü, gezi alışkanlığı ve tatil kolaylığının yaygınlaştığı, ülke genelinde yaygınlaşmış olan on binlerce demokrasi salonları işlevlerini yerine getireceği için, hiç kimsenin inanç ticareti yapmadığı bir Türkiye gerçekleşmiş olacağı için önemlidir.

Köy Enstitüleri devam edebilselerdi; ulusumuzun bilinçlenme düzeyi gelişerek, kendi arasında birlik ve bütünlüğünü sağlamış, başta Kıbrıs olmak üzere hiçbir uluslararası sorunun yaşanılmadığı, hiçbir yabancı ülke Ermenilerle ilgili iftiralarda bulunmaya cesaret edemediği Türkiye gerçekleşmiş olacağı için önemlidir.

Köy Enstitüleri kaypatılmamış olsaydı Türkiye, Avrupa Birliği’nin dayatmaları ile karşı karşıya olmayacağı gibi emperyalizmin bekçisi olan NATO’dan da ayrılmış olacağından, ABD’nin karşılıklı saygı yaratmak için arayış içinde olacağı saygınlığa ulaştırmış olacağı için önemlidir.

Köy Enstitüleri; kapatılmamış olsa idi Türkiye’nin aynen Atatürk döneminde olduğu gibi, yakın komşularımızla antlaşmalar yapılarak, Merkezi Devletler Birliğinin kurulmasını gerçekleştirerek, kendi geleceğini ve komşularının geleceği ile Orta Doğu’yu güvenceye alacak bilinç düzeyinde yöneticilerin yetiştirilmesi gerçekleşmiş olacağı için önemlidir.

Köy Enstitüleri; Anadolu’nun eşsiz zenginliklerinin ürünü olan erdemik bitkilerini inceleyerek, her hastalık alanında uzmanlaşmış bütün dünya bilim adamlarının saygı ile söz ettiği onlarca bilim adamını yetiştirmenin alt yapısını hazırlayan kuruluşu olduğu için önemlidir.

Köy Enstitüleri; Türkiye’nin, enerji kaynaklarını devreye sokarak, kendine yeterli enerjiyi sağlayan, böylece hiçbir dış devletten enerji almayacak güce ulaşmasını gerçekleştiren sorumlulukta eleman yetiştirilmesine öncülük edecek bilinçte eğitim vermiş olacağı için önemlidir.

Köy Enstitüleri; Atatürk’ün başlattığı düşünebilme ve insanlık için yararlı olma (adam olma) aydınlanmasının yarım kalan bölümünü tamamlama, akıl ve mantığın inanç sisteminin önünde olduğunu bellettiği için önemlidir.

Köy Enstitüleri; Eğitim evresinden önce, sahipsiz, bilinçsiz, genelde bilgisiz, sağlıksız, umutsuz, umutsuz olduğu için gelecekten beklentisi olmayan, disiplinsiz, bağnaz, gerici düşüncelerin esiri, toplumda parazit gibi yaşamayı alışkanlık durumuna getirmiş, teslimiyetçi yaklaşım içinde yaşayan bir toplumda aydınlanma mucizesi gerçekleştiren kuruluş olduğu için önemlidir.

Köy Enstitüleri; Emperyalist güçlerin temsilcisi olarak ülkemizde nifak tohumlarını ekmek için gelen ve Türk halkı arasında sevimli görünmek için adına “Barış Gönüllüleri” denilen acımasız sömürge görevlilerinin, gerçek niyetlerini açığa çıkaran, halkımıza gerçek anlamda özverili gönüllüler yetiştiren kuruluşlar olduğu için önelidir.

Köy Enstitüleri; yalnız Türkiye için değil ezilen, sömürülen, kaynaklarına el konulan tüm uluslar için örnek özelliğinde ciddiyetli, disiplinli, amaç birlikteliği bilincine sahip eğitim ordusu yetiştirdiği için önemlidir.

Köy Enstitüleri; Türk devriminin ana öğesi olan anti emperyalist yaklaşım bilincini, bütün toplumda egemen kılma gibi ulusal bir görevi yerine getiren kuruluş olduğu için önemlidir. xi

Köy Enstitüleri; ulusal bünyemizin ihtiyacı olan, “Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru” yükselen sağlam kuruşlar oldukları, suçu ve suçluyu yaratan topulumdaki hastalıkların kökten giderilmesine yönelik çözümler ürettikleri, yurttaşlarımızın kendi yurdunda yabancı olmayacağı bilgi ve bilinç düzeyinde eğitim verdikleri için önemlidir.

Köy Enstitüleri öğrenciye; Türkiye’nin diğer ülkeler arasında seçkin bir yer sahibi olabilmesi ülküsünü ve sorumluluğun aşıladıkları, halkı kendi hakları konusunda bilinçlendirme görevi üstlendikleri için önemlidir.

Dünya tarihine, en özgün eğitim kurumları olarak geçmiş olan Köy Enstitülerinin kimi özellikleri şöyle özetlenebilir; Enstitülerin kurulduğu yerlerde kendilerine yetecek binlerce dönümlük toprakları vardı. Binaları, derslikleri, işlikleri, kitaplıkları, laboratuarları, besledikleri hayvanlar için ahır ve kümesleri, arılıkları, hastane, alet, araç ve motor binalarını, fırınları, balıkhaneleri, öğretmen evlerini... Kendileri yapıyor, at, sığır, davar, arı, tavuk, horoz vb. kendileri yetiştiriyorlardı. Sınıfta kalmak yoktu. Ders yılı sonunda başarısız olanlar özel kurslara alınarak yetiştiriliyorlardı.

Köy Enstitüleri, Kemalizm’in devrimcilik ilkesinin gereği olan günün koşullarına göre güncelleştirilerek, kurulduğu günlerin coşkusu ile ve yine o günlerin Atatürkçü kadrolarının yaptıkları gibi korunsa, yaygınlaştırılsa ve sahiplenilse idi; sağlık ve eğitim hizmeti ayağına gelen köylü, kente göçmez, kentler oy uğruna gecekonduculuğa özendirilmez, çarpık kentleşme olmazdı. Köylünün bilimsel yöntemlerle üreteceği ürünler, değerini bulacağı ve ürün sunumu (arzı) çok olacağı için, geçim sıkıntısı olmayacaktı. Öte yandan, ulusal bilinçle yetişen Köy Enstitüsünü bitirenler yurdun her yöresi gibi, Güneydoğuya da gideceği için ulus bilincini, yurt sevgisini, kalkınma modelini aşılayacak ve o yöredeki insanlar, Devletine karşı çıkmak için kandırılamayacaktı. Her şeyden önce kandırılmalarını kolaylaştıran geri kalmışlık ve feodal düzen olmayacaktı. Yine, halkçılık anlayışı ve ayrımsız kayırmasız ulus bilinci ile eğitilen halk, çağ dışı mezhepsel ayrılıklara düşmeyecekti. Böylece, Çorum'lar, Kahramanmaraş'lar ve de insan olanlar için bir yüzkarası utancı veren, kanlı Sivas'lar gerçekleşmeyecekti. Fırsat bekleyenlere, fırsat verilmeseydi, yeryüzünde evrensel örneklikte bir ulus, Türk ulusu yeryüzünde tek örnek olacaktı.

Sonuç
Halka hak ettiği değeri veren Atatürk döneminin Cumhuriyet yönetimi (Cumhuriyete kanat gerenler) Millet Mektepleri, Halkevleri ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını kesin olarak bilgisizlikten kurtaracak olan Köy Enstitüleri kuruldu. Çok kısa denilecek bir süre içinde Osmanlı’nın “kul” kalıtı halk, kararlı, inançlı ve insan sever önderler sayesinde bir başka “ulus” olmuştu. Bu ulusun bireyleri birbiri ile kenetlenerek, kaderde ve kıvançta bir olarak ulusal ve üniter yurttaş bilincini ve uyanıklığı koruması gerekiyordu. Bu bilinci ve sorumluluğu verecek kuruluşların başında ise Köy Enstitüleri gelmekteydi. Bu gerçeği yakından izleyen emperyalist güçler, Atatürk hayatta iken Türkiye’ye yönelik nefret ve kinlerini dışa vuramadılar. Ancak Türkiye’nin diğer mazlum uluslara örnek olmamasından çok rahatsızdılar. Türkiye’nin olağanüstü atılımı o günlerin basınına şu tümcelerle yansımaya başlamıştı;

“Köylü durumundan oldukça memnun bulunmaktadır. Köylü, önceleri dönüm başına 3 ile 10 lira arasında kazanmakta iken, şimdiki kazancı 55 ile 75 lira arasına yükselmiştir.”xii

Köy Enstitülerinde verilen eğitim; unutma olasılığı yüksek olan ezbercilikten uzak olan, kalıcı ve yaşamın her aşamasında gerekli iş içinde eğitime, eğitilecek kişinin öğrenmek işlevi öne çıkarılarak aktif eğitime, katılımcı ve özgür eğitime, salt kırsal yöreler için değil toplumun her kademesinde yeterli bilgi birikimine dayanmaktaydı. Bu yönleri ile bu kuruluşlar ulusal olduğu kadar evrensel ilkeler içermekteydi.

Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin ulus sevgisi, çok yönlü kültürel bilgisi, görevlerindeki başarıları ve sorumluluk anlayışları, ürettikleri onca yapıtlarına tanık olunduktan sonra bu kuruluşların kapatılmasının ne denli büyük bir ulusal kayıp olduğunu görebilmek için, bu kuruluşların Toprak Reformu ile olan ilgisini de bilmek gerekir. Köy Enstitülerinin eğitsel görevleri yanında “çok daha önemli ve açıklanmayan bir amaç daha vardı. Toprak Reformu gerçekleştirildiğinde, üretimi örgütleyecek ve sürdürecek kadroları yetiştirmek! Dahası, Köy Enstitüler, toprak ağalarının karşısına dikilecek güç olacaklardı. O zaman hemen söylemek gerekir ki, toprak reformu rafa kaldırıldığına, uygulanmadığına, toprak ağalığı ve doğal olarak onun dayandığı düzen sürüp gittiğine göre, Köy Enstitüleri, sakıncalı ve rejimi tehdit edici bir nitelik kazanmış oluyorlardı.”xiii Yani feodal düzenin sürmesini isteyen güçlerle, Köy Enstitülerinin kapatılmasını sağlayan güçlerin ortak paydaları bulunmaktaydı. O ortak payda Kemalizm’in nihai hedefi olan; sınıfsız, kaynaşmış toplumun gerçekleşmesinin önünün kesilmesinde kesişmekteydi.

Önce, Köy Enstitülerinin aleyhine iftira kampanyaları başladı. Oysa, bu denli geniş bir örgütlenmede, ciddi hiç bir disiplin suçu bile işlenmemişti. Çünkü "suçun suçlunun asıl suçlusu toplumdur, toplum düzenidir".xiv Suçu ve suçluyu yaratan toplumdaki hastalıkların kökten giderilmesine yönelik çözümü üreten bu Enstitüler, eski toplum düzeninin kalıntıları yani "fırsat bekleyenler" tarafından, suçlu olarak gösterilmeye çalışıldı.

Atatürk; "Biz büyük bir Devrim yaptık. Memleketi bir çağdan alıp, yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumları yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. .." diyerek olası tehlikelere dikkat çekmişti.xv Köy Enstitüsünü kapatanlar da, Atatürk ilke ve devrimine yönelik benzeri nice kırım ve kıyımları gerçekleştirenler de kendilerinin "Atatürkçü" olduklarını söylüyorlardı.

"Ne yazık ki bu soylu gelişmeye ilk çelme 1946 seçimleri sonrası geldi. Hasan Ali Yücel gibi ulusal eğitim sorunlarına 'insancıl' bir yaklaşımla çözüm yolları üretmiş olan bu yüce insan, erk dışı bırakıldı. Çok geçmeden, köye yönelişin mimarı üstün insan İsmail Hakkı Tonguç da görevin dışına itildi. .. "xvi Bu gelişmelere ve bu çelişmelere göz yumanlar, Atatürk’ün arkadaşları idiler(!)

Atatürkçü olduklarını söyleyen söylevsel, siyasal ve çıkarsal Atatürkçüler tarafından Köy Enstitülerinin kapatılması; günümüzün ulusal sorunu olan, Güneydoğudaki teröre, kentlerdeki çarpık ve plânsız kentleşmeye, çevre kirliliğine, hemen her gün halkın çok önemli bir bölümünün şikâyet ettiği geçim sıkıntısına, mezhepsel ayrılıkların körüklendiği kardeş kavgalarına, ulusal mutsuzluğa, geri kalmışlığa hepsinden önemlisi de; ülkemizin bölgesinde ulus ve üniter devlet bütünlüğü içinde en güçlü devlet olma şansına indirilen darbe olmuştur. Yani Anadolu toprağı ile özleşen, uyuşan, buluşan yerini ve zeminini sevdiği için kök salan çınar henüz yeşil iken kökünden kesilmiştir.

Köy Enstitülerinin içeriğinde yer alan “köy” sözcüğü ile at, ahır, bağ, bahçe gibi Köy Enstitülü öğrencilerinin o günün koşullarında eğitimlerinin bir bölümünü oluşturan ders konuları yanıltıcı olmamalıdır. Köy Enstitüleri günümüze dek varlığını koruyabilselerdi hiç kuşku duyulmasın ki, eğitim izlenceleri günün koşullarına göre düzenleneceği için, günümüz de yaşamının önemli bölümünü oluşturan, bilgisayar ve benzeri çağdaş araçların üretim ve yazılımının öncüleri de yine onların arasından çıkacaktı. Dahası; IMF’nin, Dünya Bankası’nın, Avrupa Birliği’nin ulusal onurumuzu inciten dayatmaları ve ulusal bünyemizden koparılan ödünler de olmayacaktı. Bu kuruluşlarla Köy Enstitülerinin ne ilgisi var diyenler olursa onlara, Atatürk’ün yıllar önce belirttiği şu gerçeği anımsatmak gerekir;

"Okul genç kafalara, insanlığa saygıyı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir, bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için tutulması gereken en doğru yolu belleten okuldur."

Bilinmeli ki; ülke ve ulus sevgisini, bağımsızlığın tehlikeden korunmasını belletecek olanlar, bu değerlerin bilincindeki eğiticilerdir. İşte o eğiticileri Köy Enstitülüleri yetiştiriyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder