Atatürkçü Düşünür, Kemalist Yazar
Hüsnü MERDANOĞLU
**
“Benim kanaatim o idi ki ve o oldu ki, dünyada ‘İnsan’ diye yaşamak isteyenler, insan olmak niteliklerini ve güçlerini kendilerinde görmelidirler. Bu uğurda her türlü özveriye razı olmalıdırlar. Yoksa hiç bir uygar millet, onları kendi sırasında ve çizgisinde görmek istemez!...” (Atatürk)
**
Atatürk’ün yönetimindeki Kemalist Türkiye yönetiminin ülkemize, insanlarımıza ve dünyadaki mazlum uluslara neler kazandırdığını doğru değerlendirmek için, öncelikle Cumhuriyetimizin kurulduğu koşulların bir takım sayısal verilerini bilmek gerekir.
* Savaşlar ve hastalıklar nedeniyle, 1914 yılında 16,3 milyon olan nüfus 1927 yılındaki sayımlara göre; 13,6 milyona düşmüştür.
* 1924’te ülke genelinde 1000 kadar doktor, 10 binden daha az hastane yatağı mevcuttur.
* 1927 nüfus sayımına göre ülke genelinde okur-yazar oranı % 11 dir.
* Cumhuriyet kurulduğunda, ülkemizde ilk, orta ve yükseköğrenim yapan toplam 5000 okul, 12400 öğretmen ve 359 bin öğrenci mevcuttur.
* Cumhuriyet öncesinde çoğu İstanbul ve Batı Anadolu’da gıda ve tekstil ağırlıklı olmak üzere toplam 282 kuruluş vardır. Devletin sahip olduğu 22 adet kuruluşta toplam 14 bin kişi çalışmaktadır.
* Cumhuriyet kurulduğunda Tüketim malları (bez, porselen, cam, şeker, çatal-bıçak vb.) gibi sermaye mallarının tümü dış alımla karşılanmaktaydı.
* Osmanlı’nın dünya kapitalist sistemiyle daha hızlı bütünleşsin diye yapılan demiryolu uzunluğu 1920’lerin başında, ancak 4100 km. kadardı.
* 1923 yılında motorlu trafiğe açık karayolu uzunluğu sadece 14 bin km dir.
* 1923’te ulusal ekonomi yabancı sermayenin kontrolü altındadır. Yabancı işletmelerin özvarlıklarının değeri 63 milyon sterlin civarında (bunun % 45’i Alman, % 26’sı Fransız, % 17’si İngiliz, % 4’ü Belçikalı ve % 2’si Amerikalı kapitalistlere ait) idi. En çok yabancı sermayenin dağılımı; % 62 ile demiryolları ve % 16 ile bankacılıktır.
* Adı “Osmanlı Bankası” olan banka aslında Fransız ve İngiliz sermayesiyle kurulmuş (1863) ve merkez bankası özelliğinde çalışarak, Osmanlı paraların tedavüle çıkarmıştır. Yani milli banka değildir.
* Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kendisi için kullanan bir ülke değildi.
* Daha da önemlisi, Osmanlı’nın son dönemi yöneticilerinin, ülkenin kendi gücüne dayanarak kalkınabileceğine, yurttaşların mutlu ve güven içinde yaşayabileceğine inancı güvenleri yoktu.
* Üstelik Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce; Trablusgarp, Balkanlar, Sarıkamış, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ve bu savaşların uzantıları olan birçok ceplerde ekonomik, askeri gücü yanından yetenekli-nitelikli iş gücünü de büyük ölçüde yitirmiştir.
Atatürk, 19 Ocak 1923 günü, yani Cumhuriyetin ilan olunduğu yıl, İzmit’te yaptığı toplantıda, halka hitaben aşağıdaki konuları içeren tarihi bir konuşma yapmıştır:
* Hükümetlerin görevi milleti ve ülkeyi korumaktır. Milletimiz mesut ve mutlu değildir.
* Ülkemizin her tarafı harabedir. Sanki baykuş yuvası görünümündedir.
* Halkımız, fakir, sefil, çıplak ve perişandır.
* Kağnı arabası, deve ve merkepten başka taşıt aracımız yoktur.
* Halkımız çoban ve çitçidir, Ne var ki değişik nedenlerden dolayı halkımızın sahip olduğu hayvan mevcudu azalmıştır. Geniş çiftlikler kurulamamıştır.
* Yabancılara verilen ayrıcalıklar (kapitülasyonlar), sanayimizin gelişmesini önlemiştir.
* Demiryollarını işletecek teknik elemanlarımız da dâhil, yetişmiş elamanlarımız yoktur.
* Olumlu ve akılcı programlarla ülkeyi ileriye götürmek şarttır.
* Mevcut durum üzüntü ve acı vericidir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, elde ettiğimiz olağanüstü başarılar sayesinde geleceğe güvenimiz tamdır.
Atatürk, yakından bildiği bu gerçekler karşında, halkı, mutlu; ülkeyi bayındır yapmak için sınırlı kaynakları, yatırıma yöneltmek için kalkınma planlarını uygulamaya koymuştur.
Kurtuluştan Kuruluşa
Atatürk için ilk hedef; ülkenin bağımsızlığının kazanılması için ülkeyi emperyalist güçlerden kurtarmaktır. Bu hedefin tamamlayıcısı olan hedef ise; ülkenin bir daha emperyalizmin güdümüne germemesinin önlemlerini almaktır. Bunun için, her yönden güçlü olmak gerekmektedir. Güç, sadece ordu değildir. Ülkenin ekonomik yönden olduğu kadar, eğitim alanında yatırımlar yapılarak toptan kalkınmanın sağlanması ve dünya koşulları doğrultusunda gelişmenin sürekli kılınması, asıl gücü oluşturmaktadır.
Atatürk; her hangi bir siyasetçi olmayıp, devlet kuran bir şahsiyet olduğu için yaptıklarını ve yapacaklarını, ülkemizin genel çıkarları yönünde gerçekçi bir yaklaşımla planlamış, kamuoyu ile paylaştığı düşüncelerini ödünsüz olarak uygulamıştır.
Sanayi Planı Uygulaması
İlk kalkınma planları olan I. Sanayi Planı 1933’te takiben II Beş Yıllık Sanayi Planları, Atatürk döneminde uygulamaya konulmuştur.
Birinci Sanayi Planında; pamuk, kendir, yün, demir, kömürü, bakır, kükürt, kâğıt ve karton, suni ipek, şişe, cam ve porselen, klor, süper fosfat gibi ülkemizde üretilmeyen ancak temel tüketim maddelerinin, sanayi kollarının üretimi de yapılmasına çalışılmıştır. Bununla birlikte, üretilecek maddelerin hammaddelerinin ülkemizde yetişen ya da şimdilik yetişmemekle birlikte, kısa bir zamanda elde edilmesi muhtemel olanların yatırımlarının yapılması tercih edilmiştir.
Yatırım yapılırken;
* Gerçek sanayileşme modelinin planlı ekonomiye dayandırılması,
* En az masrafla hızlı ve dengeli kalkınmanın gerçekleştirmesi,
* Gelir bölüşümünün halk yararına iyileştirmesi,
* Planda yer alan amaç ve araçların birbirini çelmemesi,
Anlayışı gözetilmiştir.
Bu anlayış ve sorumluluk doğrultusunda;
* Devletçi sanayileşme siyasetini kurumlaştırmaya,
* Kurulmasına karar verilen sanayiinin üretim kapasitesinin, ülkenin ihtiyaç ve tüketimiyle uyumluluğuna,
* Un, şeker, pamuklu kumaş gibi “3 beyaz” ile kömür, demir, petrol gibi “3 siyah”tan oluşan temel tüketim ve ara malı üreten “ithal ikameci” tipi bir sanayileşme temel stratejisinin oluşturulmasına,
Özen gösterilmiştir.
1923'le 1933 arasındaki 10 yılda 1087 fabrika açılmıştır. 1921'de 76
216 olan işçi sayısı, 1927 yılında yüzde 337 artışla 256 855 olmuştur. 1927 sanayi sayımına göre, Türkiye'de motorlu ya da motorsuz büyük ya da küçük sanayi işletmesi sayısı 65 245'e ulaşmıştır. Üstelik 1929 dünya ekonomik darboğazına rağmen ve tamamı yerli sermaye ile.
Devletçi anlayış doğrultusunda Birinci Sanayi Planı ile başlatılan kalkınma hamlesinin yarattığı başarılar, her ortamda Türkiye’yi izlemekte olan yabancıların dikkatini çekmiş, Atatürk’ün ve Kemalist kadronun (Cumhuriyete kanat gerenlerin) başarıları, egemen güçleri ürkütmüştür. Kurulan fabrikalar, çağdaş Türkiye’nin bir göstergesi olmuş yükselen fabrika bacaları; “Atatürk minareleri olarak” nitelendirilmiştir.
“Atatürk’ün minareleri” devletçi yaklaşım sayesinde yükselmiş, mucizeye dönüşmüştür.
Büyük Taarruz gerçekleşmiş, ancak henüz İstanbul denetim altına alınmamıştı. Atatürk ve O’nun oluşturduğu Kuvayı Milliye, Mondros ve Sevr antlaşmalarını yok etmiş, Kurtuluş Savaşı başarı ile kazanılmış, bağımsız Türkiye kurulmuş; dünya kamuoyunda bir anlaşma ile henüz onanmamıştır. Ülke varını yoğunu savaşı kazanmak için tüketmişti. Kış günleri yaklaşmaktaydı. İşte böylesi bir ortamda Atatürk, Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi Başkanı Seyyid Çutani’ye önceki yardımlarından dolayı yazdığı teşekkür yazısında (9 Kasım 1922), şu cümlelere de yer vermiştir:
“… Yüz bin kilo metrekare arazide oturan milyonlarca halk elbisesiz, yersiz ve yiyeceksiz bir durumda yaklaşan kış ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadır. … Yardımlarınıza muhtaçtır.”
Evet, bu satırların yer aldığı yıl; 1922’dir.
Üç yıl sonra yani yıl; 1925’tir. Büyük Millet Meclisi, 9 Aralık 1925’te 688 sayılı Yasayı kabul etmiştir. Bu yasa ile kamu görevlilerinin yerli kumaştan elbise giymeleri zorunlu kılınmıştır. Savaş yorgunu ülkemizde üç yıl içinde bile gerekli yatırım yapılıp, üretim gerçekleştirilmiştir. Bunun adı; “Atatürk Mucizesi”dir. Bu mucize tesadüfen ya da sözle, dua ile elde edilmiş değildir. Elde edilen başarıların sırrı; kamu kaynaklarını, ülkenin geleceğini güvence almaya yönelik olarak, kamunun yararına, üretim alanlarına aktarılmasının, yani devleti, devlet adamı niteliğinde olanların, üzerlerine aldıkları sorumluluklarını yönetime yansıtmış olmalarının sonucudur.
***
Kaynak: Hüsnü Merdanoğlu, Tarihi gerçekler Işığında 1919’dan 2019’a Türkiye, Barış kitap, Ankara, 2019.
Hüsnü MERDANOĞLU
**
“Benim kanaatim o idi ki ve o oldu ki, dünyada ‘İnsan’ diye yaşamak isteyenler, insan olmak niteliklerini ve güçlerini kendilerinde görmelidirler. Bu uğurda her türlü özveriye razı olmalıdırlar. Yoksa hiç bir uygar millet, onları kendi sırasında ve çizgisinde görmek istemez!...” (Atatürk)
**
Atatürk’ün yönetimindeki Kemalist Türkiye yönetiminin ülkemize, insanlarımıza ve dünyadaki mazlum uluslara neler kazandırdığını doğru değerlendirmek için, öncelikle Cumhuriyetimizin kurulduğu koşulların bir takım sayısal verilerini bilmek gerekir.
* Savaşlar ve hastalıklar nedeniyle, 1914 yılında 16,3 milyon olan nüfus 1927 yılındaki sayımlara göre; 13,6 milyona düşmüştür.
* 1924’te ülke genelinde 1000 kadar doktor, 10 binden daha az hastane yatağı mevcuttur.
* 1927 nüfus sayımına göre ülke genelinde okur-yazar oranı % 11 dir.
* Cumhuriyet kurulduğunda, ülkemizde ilk, orta ve yükseköğrenim yapan toplam 5000 okul, 12400 öğretmen ve 359 bin öğrenci mevcuttur.
* Cumhuriyet öncesinde çoğu İstanbul ve Batı Anadolu’da gıda ve tekstil ağırlıklı olmak üzere toplam 282 kuruluş vardır. Devletin sahip olduğu 22 adet kuruluşta toplam 14 bin kişi çalışmaktadır.
* Cumhuriyet kurulduğunda Tüketim malları (bez, porselen, cam, şeker, çatal-bıçak vb.) gibi sermaye mallarının tümü dış alımla karşılanmaktaydı.
* Osmanlı’nın dünya kapitalist sistemiyle daha hızlı bütünleşsin diye yapılan demiryolu uzunluğu 1920’lerin başında, ancak 4100 km. kadardı.
* 1923 yılında motorlu trafiğe açık karayolu uzunluğu sadece 14 bin km dir.
* 1923’te ulusal ekonomi yabancı sermayenin kontrolü altındadır. Yabancı işletmelerin özvarlıklarının değeri 63 milyon sterlin civarında (bunun % 45’i Alman, % 26’sı Fransız, % 17’si İngiliz, % 4’ü Belçikalı ve % 2’si Amerikalı kapitalistlere ait) idi. En çok yabancı sermayenin dağılımı; % 62 ile demiryolları ve % 16 ile bankacılıktır.
* Adı “Osmanlı Bankası” olan banka aslında Fransız ve İngiliz sermayesiyle kurulmuş (1863) ve merkez bankası özelliğinde çalışarak, Osmanlı paraların tedavüle çıkarmıştır. Yani milli banka değildir.
* Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini kendisi için kullanan bir ülke değildi.
* Daha da önemlisi, Osmanlı’nın son dönemi yöneticilerinin, ülkenin kendi gücüne dayanarak kalkınabileceğine, yurttaşların mutlu ve güven içinde yaşayabileceğine inancı güvenleri yoktu.
* Üstelik Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce; Trablusgarp, Balkanlar, Sarıkamış, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ve bu savaşların uzantıları olan birçok ceplerde ekonomik, askeri gücü yanından yetenekli-nitelikli iş gücünü de büyük ölçüde yitirmiştir.
Atatürk, 19 Ocak 1923 günü, yani Cumhuriyetin ilan olunduğu yıl, İzmit’te yaptığı toplantıda, halka hitaben aşağıdaki konuları içeren tarihi bir konuşma yapmıştır:
* Hükümetlerin görevi milleti ve ülkeyi korumaktır. Milletimiz mesut ve mutlu değildir.
* Ülkemizin her tarafı harabedir. Sanki baykuş yuvası görünümündedir.
* Halkımız, fakir, sefil, çıplak ve perişandır.
* Kağnı arabası, deve ve merkepten başka taşıt aracımız yoktur.
* Halkımız çoban ve çitçidir, Ne var ki değişik nedenlerden dolayı halkımızın sahip olduğu hayvan mevcudu azalmıştır. Geniş çiftlikler kurulamamıştır.
* Yabancılara verilen ayrıcalıklar (kapitülasyonlar), sanayimizin gelişmesini önlemiştir.
* Demiryollarını işletecek teknik elemanlarımız da dâhil, yetişmiş elamanlarımız yoktur.
* Olumlu ve akılcı programlarla ülkeyi ileriye götürmek şarttır.
* Mevcut durum üzüntü ve acı vericidir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, elde ettiğimiz olağanüstü başarılar sayesinde geleceğe güvenimiz tamdır.
Atatürk, yakından bildiği bu gerçekler karşında, halkı, mutlu; ülkeyi bayındır yapmak için sınırlı kaynakları, yatırıma yöneltmek için kalkınma planlarını uygulamaya koymuştur.
Kurtuluştan Kuruluşa
Atatürk için ilk hedef; ülkenin bağımsızlığının kazanılması için ülkeyi emperyalist güçlerden kurtarmaktır. Bu hedefin tamamlayıcısı olan hedef ise; ülkenin bir daha emperyalizmin güdümüne germemesinin önlemlerini almaktır. Bunun için, her yönden güçlü olmak gerekmektedir. Güç, sadece ordu değildir. Ülkenin ekonomik yönden olduğu kadar, eğitim alanında yatırımlar yapılarak toptan kalkınmanın sağlanması ve dünya koşulları doğrultusunda gelişmenin sürekli kılınması, asıl gücü oluşturmaktadır.
Atatürk; her hangi bir siyasetçi olmayıp, devlet kuran bir şahsiyet olduğu için yaptıklarını ve yapacaklarını, ülkemizin genel çıkarları yönünde gerçekçi bir yaklaşımla planlamış, kamuoyu ile paylaştığı düşüncelerini ödünsüz olarak uygulamıştır.
Sanayi Planı Uygulaması
İlk kalkınma planları olan I. Sanayi Planı 1933’te takiben II Beş Yıllık Sanayi Planları, Atatürk döneminde uygulamaya konulmuştur.
Birinci Sanayi Planında; pamuk, kendir, yün, demir, kömürü, bakır, kükürt, kâğıt ve karton, suni ipek, şişe, cam ve porselen, klor, süper fosfat gibi ülkemizde üretilmeyen ancak temel tüketim maddelerinin, sanayi kollarının üretimi de yapılmasına çalışılmıştır. Bununla birlikte, üretilecek maddelerin hammaddelerinin ülkemizde yetişen ya da şimdilik yetişmemekle birlikte, kısa bir zamanda elde edilmesi muhtemel olanların yatırımlarının yapılması tercih edilmiştir.
Yatırım yapılırken;
* Gerçek sanayileşme modelinin planlı ekonomiye dayandırılması,
* En az masrafla hızlı ve dengeli kalkınmanın gerçekleştirmesi,
* Gelir bölüşümünün halk yararına iyileştirmesi,
* Planda yer alan amaç ve araçların birbirini çelmemesi,
Anlayışı gözetilmiştir.
Bu anlayış ve sorumluluk doğrultusunda;
* Devletçi sanayileşme siyasetini kurumlaştırmaya,
* Kurulmasına karar verilen sanayiinin üretim kapasitesinin, ülkenin ihtiyaç ve tüketimiyle uyumluluğuna,
* Un, şeker, pamuklu kumaş gibi “3 beyaz” ile kömür, demir, petrol gibi “3 siyah”tan oluşan temel tüketim ve ara malı üreten “ithal ikameci” tipi bir sanayileşme temel stratejisinin oluşturulmasına,
Özen gösterilmiştir.
1923'le 1933 arasındaki 10 yılda 1087 fabrika açılmıştır. 1921'de 76
216 olan işçi sayısı, 1927 yılında yüzde 337 artışla 256 855 olmuştur. 1927 sanayi sayımına göre, Türkiye'de motorlu ya da motorsuz büyük ya da küçük sanayi işletmesi sayısı 65 245'e ulaşmıştır. Üstelik 1929 dünya ekonomik darboğazına rağmen ve tamamı yerli sermaye ile.
Devletçi anlayış doğrultusunda Birinci Sanayi Planı ile başlatılan kalkınma hamlesinin yarattığı başarılar, her ortamda Türkiye’yi izlemekte olan yabancıların dikkatini çekmiş, Atatürk’ün ve Kemalist kadronun (Cumhuriyete kanat gerenlerin) başarıları, egemen güçleri ürkütmüştür. Kurulan fabrikalar, çağdaş Türkiye’nin bir göstergesi olmuş yükselen fabrika bacaları; “Atatürk minareleri olarak” nitelendirilmiştir.
“Atatürk’ün minareleri” devletçi yaklaşım sayesinde yükselmiş, mucizeye dönüşmüştür.
Büyük Taarruz gerçekleşmiş, ancak henüz İstanbul denetim altına alınmamıştı. Atatürk ve O’nun oluşturduğu Kuvayı Milliye, Mondros ve Sevr antlaşmalarını yok etmiş, Kurtuluş Savaşı başarı ile kazanılmış, bağımsız Türkiye kurulmuş; dünya kamuoyunda bir anlaşma ile henüz onanmamıştır. Ülke varını yoğunu savaşı kazanmak için tüketmişti. Kış günleri yaklaşmaktaydı. İşte böylesi bir ortamda Atatürk, Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi Başkanı Seyyid Çutani’ye önceki yardımlarından dolayı yazdığı teşekkür yazısında (9 Kasım 1922), şu cümlelere de yer vermiştir:
“… Yüz bin kilo metrekare arazide oturan milyonlarca halk elbisesiz, yersiz ve yiyeceksiz bir durumda yaklaşan kış ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadır. … Yardımlarınıza muhtaçtır.”
Evet, bu satırların yer aldığı yıl; 1922’dir.
Üç yıl sonra yani yıl; 1925’tir. Büyük Millet Meclisi, 9 Aralık 1925’te 688 sayılı Yasayı kabul etmiştir. Bu yasa ile kamu görevlilerinin yerli kumaştan elbise giymeleri zorunlu kılınmıştır. Savaş yorgunu ülkemizde üç yıl içinde bile gerekli yatırım yapılıp, üretim gerçekleştirilmiştir. Bunun adı; “Atatürk Mucizesi”dir. Bu mucize tesadüfen ya da sözle, dua ile elde edilmiş değildir. Elde edilen başarıların sırrı; kamu kaynaklarını, ülkenin geleceğini güvence almaya yönelik olarak, kamunun yararına, üretim alanlarına aktarılmasının, yani devleti, devlet adamı niteliğinde olanların, üzerlerine aldıkları sorumluluklarını yönetime yansıtmış olmalarının sonucudur.
***
Kaynak: Hüsnü Merdanoğlu, Tarihi gerçekler Işığında 1919’dan 2019’a Türkiye, Barış kitap, Ankara, 2019.