23 Mayıs 2018 Çarşamba

"ULUSALCILAR DİK DURUR" Araştırmacı-Kemalist Yazar: HÜSNÜ MERDANOĞLU

ULUSALCILAR DİK DURUR
HÜSNÜ MERDANOĞLU


Aşağıdaki yazı; kamu yönetiminde uzun yıllar örnek hizmetlerde bulunduktan sonra, Ankara’da 6 Eylül 2003 günü toplanan Ulusal Güç Birliği (Yeniden Kuvayı Milliye) Kurultayının gerçekleşmesine emeği geçen, kişiliği Kuvayı Miliyle ruhu ile donanımlı olan “adam gibi adam” olma özelliklerini eksiksiz taşıyan, Kuvayı Milliye’nin iri ve diri olması için dik duruş gösteren ve 26 Kasım 2005 günü “Hakka yürüyen” İsmail Karaman’ın saygın anısı için yazılmıştır.

Yakın tarihimizde tanık olunduğu üzere; ulusal sorunlar karşısında insanlar birbirine zıt iki ayrı kişilik sergilemektedirler. Bunların bir grubu, teslimiyetçi ve yardakçı yaklaşım içinde olanlardır. Diğerleri ise özgüven sahibi, özgürlüğün anlamını ve önemini bilen, onurlu, geçmişi temiz olduğu için dik durabilen ulusalcı kişilerdir.

Ulusalcılar bilirler ki, teslimiyetçilikle ulusal sorunlar, ulus işleri çözümlenmez. Nitekim İstanbul işgal edildiğinde, işgal subaylarının Beylerbeyi Sarayı’nı ve Hidiv Köşkü’nü istemeleri karşısında, hüngür hüngür ağlayarak çaresizliğini sergileyen ve “Ne yapayım? Buna (yani düşmana karşı gelmeye) beşeriyet (insan) gücü, hatta peygamber gücü bile kâfi (yeterli) gelmez! Ulûhiyet kuvvetine (Allah’ın kudreti’ne) muhtacız” (1) diyen Padişah Vahdettin, düşmana karşı dik duranlara olmadık güçlük çıkarmıştır.

İşgale karşı dik durmayan baş yönetici padişah, Türk ulusunu sürü olarak nitelendirmiştir.(2) Ne var ki, Padişahın çobanlık yapacak gücü bile yoktur. Çünkü ona çobanlık yapanlar olmuştur. “Bir gün bir İngiliz trafik polisi, Saraya gitmekte olan Sultan’ın arabasını, trafik kurallarını çiğnediği için geri çevirmiştir.” (3)

Dış güçlerin karşısında kendi çıkarsal amaçlarını güden dış beslemeli, ulusal inanç yoksunu kişiler, özgüvenden o denli yoksundurlar ki, tüm beklentileri dış güçlerin kendilerine sunacağı çıkarlar olduğu için, dış güçlere yararlanmak çabası içinde olurlar. Onlar, tüm inançlarını dış güçlere odakladıklarından, ulusal sorunlara karşısında dik durmaya inandırmak oldukça güç olur.

Bu gibiler, Mustafa Kemal Paşa ile gazeteci Refii Cevat’ın görüşmesini anımsatırlar.

Şöyle ki, Mütareke sürecinde Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçmek için bir yandan fırsat yaratmaya çalışırken bir yandan da, Anadolu’da kuracağı örgütün alt yapısını hazırlamaya çalışmıştır. Bu bağlamda; gazeteler ile söyleşiler yaparak kamuoyu oluşturmayı da ihmal etmemiştir. 4 Şubat 1919'da, Alemdar gazetesi muhabiri Refii Cevat'ı Şişli’deki evine çağıran Mustafa Kemal Paşa, aykırı görüşlerini bildiği bu gazeteciyle bir söyleşi yapmıştır. “İttihatçı” suçlamalarını gidermek için, İttihatçıların baş düşmanı bu gazeteciyle yaptığı bu söyleşide, görüşlerini aktaran Mustafa Kemal Paşa, söyleşi bittiğinde, "Vatan, içine düştüğü felaketten nasıl kurtulur, bağımsızlığına nasıl kavuşur diye bir soru sormanızı is¬terdim" demiştir. "Vatanın kurtarılmasının en uzak bir ihtimalle bile müm¬kün görmediğim için, böyle bir soru sormadım" yanıtını alması üzerine, aralarında kalmak koşuluyla; "İmkânsız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bugün, herhangi bir örgütçü, Anadolu'ya geçer de milleti silahlı bir di¬renişe hazırlarsa, bu ülke kurtulabilir" açıklamasını yapmıştır. Ancak işgalciler karşısında dik duramayan Refii Cevat, bu açıklamaya inanmamış ve Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde Kuvayı Milliye’yi en ağır dille eleştirmiştir.

Ulusal inançlarını yitirmiş olanlar, o denli kişiliklerini yitirmiş olurlar ki, yasal görevlerini yerine getirmiş olanların dış güçler tarafından cezalandırılmasına seyirci kalırlar ve Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in başına gelenleri anımsatırlar.

Yozgat Mutasarrıf vekili ve Boğazlayan Kaymakamı olan Kemal Bey, Çarlık Rusya’nın desteğinde Sivas’a dek ilerleyen ve onca kıyımlar yapan Ermenilerin giderek artan baskıları üzerine, zamanın İstanbul Hükümetinden bir şifreli emir almıştır. Bu emirde; mutasarrıflığının sınırları içinde bulunan Ermeni’lerin, 24 saat içinde Suriye yönünde yola çıkarılması yazılıdır. Doğal olarak, Kemal Bey bu emir doğrultusunda, işlem yapmış, üstelik yola çıkarılan Ermenilerin güvencede olmaları için güvenlik ve sağlık önlemlerini de almıştır. Ne var ki, İstanbul'un işgalinden sonra, işgalcilere karşı dik duramayan Damat Ferit Hükümeti, Kemal Bey'i, kendisine verilen görevi yerine getirmiş olmaktan dolayı yargılatmış ve sonuç olarak da idam hükmüne çarptırmıştır. Hükmün gerçekleştirilmesi aşamasında, Kemal Bey’e son sözü sorulduğunda yanıtı; “.... Yabancı ülkelere yaranmak için beni asıyorlar.” olmuştur. Bu sözler, İşgal altında bulunan İstanbul’un ve Damat Ferit Hükümetinin durumunu özetleyen tümcelerdir.(4) Kemal Bey’in 10 Nisan 1919’da idam edilmesi üzerine, cenaze törenine, protesto için kimi subaylar da katılmıştır. Ne var ki, bu subaylar, Alemdar gazetesinde Refii Cevat imzasıyla protesto edilerek, bir hayduttun cenazesine katılan subayların yakalanarak yargılanmalarını (5) savunarak işgalcilere yaranma yarışının başladığının bir göstergesi olmuştur.(6)

Ulusalcılar, emperyalizme uşaklık yapmanın ve bu uşaklık sonucunda işgale uğrayan ülke insanının ne denli kıyıma uğradığını bilirler.

Ulusalcılar;

Aziziye İstasyonunda trenden indirilen yüz otuz kadar Türk’ün kadınlarına, kocalarının önünde tecavüz edildiğini, Akhisar’da Halil Paşa ve beş arkadaşının vücutları ikiye ayrılıp, kulak ve burunlarının kesildiğini, gözlerinin oyulduğunu, Yunanlılar tarafından öldürülen on beş Türk kadının cesedinin Gediz Çayı yöresinde bulunduğunu, Aydın’ın işgali sırasında ikibini aşkın Müslüman’ın öldürüldüğünü, Türk kadınlarının namuslarının kirletildiğini; halka Venizeleos’un resmi altında geçit resmi yaptırdıklarını, İzmir ve yöresinde henüz sünnet edilmemiş erkek çocukların Rum oldukları iddiası ile zorla kiliselere alınıp papazlara teslim edildiğini, ölümden kurtulan halkın göçe zorlandığını, yerinde kalan halkın bağ ve bahçeye gitmelerinin engellenerek açlığa terk edildiğini, işgal edilen yerlerdeki halkı camilere doldurup, birçoğunu öldürdükleri ve birçoğunu yaraladıklarını, Türklerin canlı canlı ağaca asılarak altlarında ateş yakıldığını, ezan okutmayıp halkın namaz kılmasının engellendiğini, evlerden ve camilerden değerli eşyaların çalındığını, Gemlik halkından yetmiş yaşında bir kadına, halk önünde onbeş Yunan askerinin tecavüz ettiğini, Uşak ve yöresinde Müslüman mezarlarının kazılarak çıkarılan cesetlerin başlarını keserek Rum çocuklara verip başlar ile top oynatıldığını, yüksek miktarlarda taşınabilir, mal, malzeme ve kıymetli eşyanın Yunanistan’a götürüldüğü gibi birçok kıyım yapıldığını (7) unutmazlar.

Yine ulusalcılar, bilirler ki, Türk insanını bu ve benzeri kıyımlardan, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kurumlaşan Kuvayı Milliye örgütünün kurtardığını bilirler ve unutmazlar.

Ulusalcılar durumdan görev çıkararak, ulusal çıkar doğrultusunda çaba içinde olurlarken, ulusalcılıktan uzak olanlar yaklaşan tehlike karşısında güçlüye yaranma yarışı sergilerler. Nitekim günümüzde, Kuvayı Milliye oluşumunu sıradan bir “çete” örgütü gibi görmek isteyen ulusal bilinçten uzak kişiler kervanına, “Kemalizm ile hesaplaşmak” isteyenler de katılmıştır.

Onların bu davranışları, 24 Mayıs 1919 günü Akhisar işgal olunduğunda, caddelere asılan Yunan bayrakları arasında, yerli Rumların yanına sokularak, işgalci Yunanlılar karşısında, yaşamını ve malını güvenceye alma hesabını yapan dalkavuklukları(8) anımsatmaktadır.

Unutulmamalıdır ki; “Vicdan ve namus erbabı karşısında fiilen mevcudiyet gösterebilmek, milletin güvenini kazanmış namuslu kişilere aittir. Hali, mazisi kirli işlere bulaşmış olan¬ların satılmış vicdan ve mevcudiyetleri ancak kahır ve yok olmaya layıktır."(9)

Ulusalcı kişiliğe sahip olanların ortak özeliliği; kirli işlere karışmamış oldukları için geçmişleri temizdir ve emperyalizm karşısında dik dururlar.

Yine unutulmamalıdır ki, Kuvayı Milliye’nin kurumlaşması sürecinde, “henüz bu millet ölmedi” diye işgalcilere karşı haykıranlar olduğu gibi, “topal eşek ile kervana karışılmaz” yaklaşımı sergileyen, ümitsizler de bulunmakta idi.

Sonuçta, geçmişi temiz öncülerin, emperyalizm karşısında sergiledikleri dik duruş sayesinde “kağnı kamyonu yenmiştir”.

1 Yılmaz Çetiner, Son Padişah Vahideddin, Doğan Kitaplar, 13 üncü Baskı, İstanbul, 2003, s.78.
2 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, İkinci Kitap, 4. Baskı, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1971, s.215.
3 Paraşkev Paruşev Atatürk (Demokratik Diktatör), e yayınları, 1973, s.226.
4 Tevfik Çavdar, "Milli Mücadelede Siyasal Katılımın Oluşumu Açısından Direniş ve Gösteriler" (Amme İdaresi Dergisi, C:4. Sayı;4,) s.48-50.
5 Çetin Yetkin, İktidara Karşı Türk Direniş ve Devrimleri Başlangıçtan Atatürk’e, Otopsi Yayınları III. Cilt, İstanbul, 2003, s.,811.
6 Ulusal Kurtuluştan sonra, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, tüm ulusalcıları olduğu gibi Kemal Bey’i de unutmamış ve ailesine Genel Bütçe’den aylık ödemiştir. (Örneğin 1341 (1925) yılı Genel Bütçe Kanununda, Kemal Bey’in eşi ve yakınları için 25 lira ödenek ayrılmıştır. 3. Tertip Düstur, Cilt;6, s.443.
7 Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, T.C.Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşiv Dairesi Başkanlığı Yayını, Yanı No: 30, Cilt;II, Ankara, 1996.
8 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, Öngün Yayınevi, İstanbul, 1981, s.71.
9 Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Savunma Bakanı'na gönderdiği 22 Temmuz 1919 günlü telgraf, Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt:3, s., 180.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder