29 Mayıs 2018 Salı

"ATATÜRKÇÜLÜK EŞİTTİR TAM BAĞIMSIZLIK" Hüsnü MERDANOĞLU

ATATÜRKÇÜLÜK EŞİTTİR TAM BAĞIMSIZLIK
Hüsnü MERDANOĞLU
Devlet memurları (din ve emniyet hizmetinde olanlar da dahil) 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının 6 ncı maddesi uyarınca yaptıkları yeminde,
Cumhurbaşkanı seçilenler ve milletvekili olanlar (ya da dışardan başbakan/bakan atananlar) görevine başlarken içtikleri ant da;
“Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı” kalacaklarına dair namus ve şeref sözü vermektedirler.
Öte yandan; 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 2 nci maddesi Milli Eğitimin genel amacının;
“Atatürk İnkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; ... Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” olduğunu,
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun Amacı; ”Atatürk İnkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı” öğrenciler yetiştirilmesi” olduğunu, hüküm altına alınmıştır.
Harp Okulları Kanunu ile harp okulu öğrencilerine; “Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda … hizmet bilincinin ve meslekî değerlerin kazandırılması” hedeflenmiştir.
Atatürkçü görünümündeki vakıf ve dernekler de aynı şekilde; “Atatürk'ün önderi olduğu Türk Devrimi'ni ve bu Devrimin temelini oluşturan ilkelere” sahip çıkılacağını amaçlamamaktadırlar.
Atatürk ilke ve devrimlerine (inkılâplarına) bağlı olunması, Kemalist Büyük Türk Devrimi’nin özü olan Kemalizm’in amacının anlaşılmasıyla mümkündür. Kemalizm’in amacı ise Mustafa Kemal Atatürk’ün söylem, eylem ve uygulamalarını incelemek ve doğru yorumlamakla anlaşılır.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Milleti Meclisini açtığının ikinci günü (24 Nisan 1920’de) Meclisteki ilk konuşmasında, o günlerde içinde bulunulan koşulları da özetleyerek, aşağıdaki cümlelere yer vermiştir.
“... Ulusal varlığımızı siyaseten kanıtlamak ve fiilen saldırılar karşısında ulusun namus ve bağımsızlığını eylemsel olarak savunmak” (1)
Mustafa Kemal Paşa, 18 Kasım 1920’de yayımladığı bildiride; TBMM’nin ve Türk ordusunun amacını;
“Emperyalist devletlerin, devlet ve ulusumuzun yaşamına açıkça kastetmeleri sonucunda meşru savunma için toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi, ... milletin yaşam ve bağımsızlığına kast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunma ve bu amaca aykırı hareket edenleri cezalandırmak amacıyla kurulmuş bir orduya sahip” (2) cümleleri ile vurgulamıştır.
Kaldı ki, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın (Türk Bağımsızlık Savaşı’nın) emperyalizme karşı yapıldığından kuşku yoktur. Çünkü ülke emperyalist güçler tarafından eylemli olarak işgal olunmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, 22 Kasım 1922 günü Petit Parisien muhabirine;
“Koşullarımız çok açık ve çok sadedir. Bağımsızlığımızın, kayıtsız ve koşulsuz onanmasını istiyoruz. Bu kısa cümlede programımızın bütün ana hatları yer almıştır. Ulusal sınırlarımız içinde bulunan toprakların bize verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra, bu topraklar dâhilinde tamamıyla bağımsız, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını istiyoruz. İşte bütün isteklerimiz budur” (3)
diyerek, amacını açık ve net sözcüklerle dile getirmiştir.
Atatürk’ün, tam bağımsızlığı elde etmek için savaştığı taraf; emperyalist amaç güden Avrupa devletleridir. Tam bağımsızlıktaki ısrarı ise tam bağımsızlığın, bir ulusun onuru olduğudur. Atatürk’e göre;
“...Bir millette şerefin, saygınlığın, namusun ve insanlığın var olabilmesi, mutlaka o milletin, hürriyetine ve bağımsızlığına sahip olması ile mümkündür. ...” (4)
Emperyalizme baş kaldırmış olan Ankara Hükümetinin (Kuvayı Milliye’nin) Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa, emperyalizme karşı kazanılan ilk cephe savaş olan Sakarya Savaşı’nın (23/8-13.9.1921) henüz kazanılmadığı bir aşamada (13.6.1921’de), emperyalist devlet Fransa’nın temsilcisi Franklin Bouillon’a, Kuvayı Milliye’nin başkenti Ankara’da; Kemalizm’in amacı yanında, tam bağımsızlığın anlamını da içeren şu konuşmayı yapmıştır:
“Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız görevin temelinin özüdür. Bu görev, bütün ulusa ve tarihe karşı üstlenilmiştir. … Bizden öncekilerin hataları yüzünden, ulusumuz, sözde bağımsızlığına bağlanmış bulunuyordu. … Biz, yaşamak isteyen, onuruyla ve şerefiyle yaşamak isteyen bir ulusuz. … Aydın, cahil ayrımsız tüm ulusumuz, … Bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta, tam bağımsızlığımızın sağlanması ve sürekliliğidir.
Tam bağımsızlık demek, elbette siyasa, ekonomi, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir...." (5)
Mustafa Kemal Paşa, Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde “sanki bir demircinin, elindeki çekici, aynı noktaya yüzlerce kez, binlerce kez vuruşu” gibi tam bağımsızlığa yönelmiştir. Çünkü Tam bağımsızlık, (o günlerin deyimi ile istiklâl-î tam) Atatürk’ün kurmak istediği Türkiye’nin “baş ilkesidir” (6)
Bu bağlamda; Kemalizm’in (Atatürkçülüğün-Atatürk ilke ve devrimlerinin) amacının, tam bağımsızlıkta odaklandığında kuşku yoktur.
Bilinen gerçektir ki, tam bağımsız olmayan bir ulus, kültür emperyalizminin baskısı altındadır. Emperyalist devletler, sömürdükleri ülkenin ulusal eğitiminin ve demokrasinin gelişimine izin vermezler. Kendilerine karşı eleştiri fikirlerinin yeşermesini engellerler. Ya da demokratik yönden işbaşına gelen yönetici kadroları, işbirliğine çekerek satın alırlar. (7)
Tam bağımsızlığın korunabilmesinin bir başka güvencesi; çağdaş bir devlet oluşturmak ve toplumun çağdaşlaşmasını sağlamaktır. Bunun ilk koşulu da, toplumun, ulusallaşmasıdır. Toplumun ulusallaşması için de; "kaderde, kıvançta, tasada ortak" olma bilincinin sağlanması gerekmektedir. Bunun gerçekleştirilmesi ise toplumu, görüş, inanış, ilke, amaç gibi dağınıklıklardan kurtararak dil, tarih ve yazgı birliğine kavuşturmayı gerektirir. Ayrıca, halkın tüm katmanlarını, eğitimin, kültürün, tekniğin ve gelirin nimetlerinden yararlandırarak, bilinçlendirerek, onları özellikle ödünsüz yönetime, dolayısıyla da gönence kavuşturmak gerekmektedir. İşte Atatürk, bu evrensel koşulları gerçekleştirmek amacıyla; ulusal eğitime önem vermiştir. Ulusal eğitimi gerçekleştirmekle yükümlü olan eğitimcilere yönelik olarak da şunları söylemiştir;
“Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklar bekliyor.” (8)
Kemalizm, süslü ve kuru söz değil, eylemdir. Yerine getirilmeyen boş sözler, Atatürkçülükle çelişir. Tam bağımsızlığın sağlanması ve sürekli olması için ekonomide, dilde, eğitimde ve kültürde bağımsızlık girişimleri başlatılmış ve büyük ölçüde başarılmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin tam bağımsızlığının güvencesi olan askeri gücümüzün günün koşullarına göre hazır tutulması için gerekli önlemler alınmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin, henüz üç yaşında iken, Hollanda’ya uçak gövdesi satacak teknik güce ulaşması, bu ulusal savunma sanayisine verilen önemin kanıtıdır.
Kemalizm’in, emperyalizmin karşısında ulusalcı bir dünya görüşü olması nedeniyle, emperyalist güçler her zaman Türkiye’nin tam bağımsızlığını çeşitli yöntemler ile engelleme çabası içinde olmuşlardır.
Örneğin, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir A.Calthorpe 1919 sonlarında, Dış İşleri Bakanı Lord Curzon’a şunları yazmıştı: Binbaşı Noel (Güney Doğu Anadolu bölgesinde Kürt kimliği yaratmaya çalışan İngiliz ajanı) Kürt şefleriyle (aşiret başkanları) ile görüş birliğine varırsa, bundan büyük faydalar sağlayacağını söylüyor. ..”
Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde, Güney Doğu halkımızın ulusal kurtuluş yönünde tavır alması sonucu, Noel ve benzerleri amaçlarını gerçekleştirememişlerdir. Ancak, emperyalist güçler, Türkiye’nin bölünmesine yönelik girişimlerini her geçen gün yoğunlaştırmışlardır. Nitekim, Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde ve Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan iç ayaklanmaların sayısı 46 iken, 620 yıllık Osmanlı döneminde gerçekleşen iç ayıklanmaların sayısına 43’tür. (9)
Türkiye’nin tam bağımsızlığının yok edilmesi, hiç kuşku yok ki bu tertipler içinde olanların kendi çıkarları içindir. 5 Ağustos 1930 tarihli İnternational Press Gazetesinde yer alan “Eğer bugün İngiliz ‘bilginleri’ ... Kürdistan’ın kurulmasına yardımın zorunlu olduğundan dem vuruyorsa, doğrusu bu ‘adalet’in, fazlasıyla petrol ve kan koktuğunu söylemek gerekir.” (10) sözleri, günümüzde de güncelliğinden bir şey yitirmemiştir.
Kemalist dünya görüşünde, tam bağımsızlık anlayışının özü; Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının onurlu bir yaşam sürebilmesi için askeri, ekonomik, sosyal ve diğer devlet yaşamının gerektirdiği konularda kendi ulusal iradesi dışında hiçbir gücün baskısı altında olmamasıdır.
Bu bağlamda, “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı” kalınacağına dair “namus ve şeref” sözü vermenin anlamı; her şeyden önce Atatürk Türkiye’sinin tam bağımsızlığın korunmasıdır. Çağdaş devlet olmanın kaçınılmaz sonucu olan, uluslararası kuruluşlar ile işbirliği, güç birliği, eylem birliği yapılırken, göz önünde tutulması gereken esas ilke; Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve ulusal egemenliğine zarar gelmemesi olmalıdır.
Bu noktada Türkiye’nin Avrupa Biriliği’ne (AB’ye) tam üye olması girişimlerine Kemalist açıdan bakıldığında; Türkiye, AB’ye tam üye olursa, AB organlarının alacağı kararlar uymak zorunda kalacağı için, Türkiye’nin tam bağımsızlığından söz etmek mümkün olmayacaktır.
Çünkü bağımsız devletin amacı; hiçbir dayatma ile karşı karşıya kalmadan, kendi ulusal siyasetine dayandırarak yaptığı plân ve programlarını gerçekleştirmektir.(11)
Tam bağımsız olan devlet özellikleri şöyle özetlenebilir:
-Yasama, yürütme ve yargı güçleri hiçbir (iç ve dış ) ekonomik ve siyasi baskı altında olmadan, kendi ulusal kuruluş ve güçlerine dayanarak, ulusal çıkarlar doğrultusunda kararlar alır.
-Yürürlüğe koyduğu yasalar ulusal içerikli ve ulusun genel çıkarlarına yönelik olur.
-Aldığı kararları, yürürlüğe koyduğu yasaları ulusal çıkarlar doğrultusunda uygular ve ulusal organları aracılığı ile denetler.
-Devletin içerde hiçbir kişiye, zümreye, etnik kökene ve tarikata ayrıcalık tanımadığı gibi din ve mezhep ayrıcalığı da tanımaz.
-Devlet, dışardan azınlık hakları görünümü altında yönlendirmesi ile karşı karşıya kalınmadan yönetilir.
Atatürk’ün vurgulamasıyla;
“...İçimizde yaşayan ve Müslüman olmayan vatandaşlarımıza bizim siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak fazla bir takım ayrıcalıklar (vermeden)”, (12) ulusal yargı, hiçbir baskı görmeden içte ve dışta hukukun üstünlüğünün geçerli olmasıdır.
Tam bağımsızlık bağlamında;
“Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığın birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez.” (13)
ilkesi ödünsüz olarak göz önünde tutulmalıdır.
Hiçbir himaye, güdüm, yönlendirme ile karşı karşıya kalınmadan uluslararası ilişkileri, gelişen koşullara koşut çağdaş düzeyde sürdürmek için ekonomik yönden güçlü olmanın önlemlerinin alınmasıdır. Atatürk dönemi Kemalist yönetim, "Yaşam demek, ekonomi demektir." (14) anlayışı doğrultusunda devletçiliği uygulamaya koymuş, devletin ekonomik kaynaklarını oluşturan Kamu İktisadi Kuruluşlarının yönetimini doğrudan devlet üstlenmiştir.
Tam bağımsızlığın ekonomik güvencesi olan devletçilik ilkesi,
“... Büyük bir milletin ve geniş bir memleketin (Türk milletinin ve Türkiye’nin) bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket ekonomisini devletin eline almak” (15) anlayışının sonucu yaşama geçirilmiştir.
Nitekim;
Bu kararlılıkla gerçekleştirilen ulusal yatırımların üretime dönüşmesi soncu ekonomik yönden güçlen,
Kuvayı Milliye ruhunun devamı olma onurunu taşıyan askeri güce sahip olan,
Atatürk’ü özümsemiş bürokratik ve siyasi kadrolar,
Kendi ulusal gücümüze dayanarak (NATO, İMF, Dünya Bankası, Avrupa Biriliği, Gümrük Biriliği gibi bezeri tam bağımsızlığı törpüleyici kuruluşların dayatmalardan uzak bir ortamda),
Ülkemizi, İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşının olumsuz etkilerinden korunabilmiştir.
Kemalizm’in tam bağımsızlık hedefi ile bütünleşen; ulusal egemenlik, ulus devlet ve çağdaş devlet olguları, ancak tam bağımsız olunmakla gerçekleşir ve korunabilir.
Kemalizm’in (Atatürkçülüğün); Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Ulusçuluk (milliyetçilik) Laiklik ve Devrimcilik ilkelerinin, devlet kurucusu Atatürk’ün hedeflediği düzeyde devlet yaşamına yansıma ve yaşama şansı, ancak ve ancak tam bağımsız olunmakla mümkündür.
Acaba; “Ulusu gönence, ülkeyi bayındırlığa eriştirmek ve ulusun genel çıkarlarını korumak” (16) amacıyla kurulan, ulusal birlik, dirlik ve bütünlük konusunda ana unsur olan sosyal devlet olgusunu, “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” anlayışıyla ayakta tutan Kamu İktisadi Kuruluşlarının (stratejik ve ulusal istihbarat bilgilerini içeren kuruluşlar da dahil), yabancılara ya da yabancı ortaklıklara pazarlanıp satılmaları aşamalarında, bu uygulamaların sosyal devlet olgusuna getirdiği yıkımlar yanında, ülkemizin içinde yer almasını gerektiren olası bir savaş durumunda, tam bağımsızlığımızın nasıl bir açmaza sürüklendiği de düşünülüyor mu?
Dip Notlar:
(1) Atatürk’ün 24 Nisan 1920’günkü konuşmasından aktaran; Mustafa Albayrak, “Atatürk ve Anti-Emperyalizm”, (Atatürk Yolu, Yıl:10, Cilt:5, Sayı:20, s.347-365) s.351-362.
(2) Aktaran; Mustafa Albayrak, a.g.m., s.354.
(3) Aktaran; Muammer Aksoy, Atatürk ve Tam Bağımsızlık, Cumhuriyet Gazetesi yayını, İstanbul, 1998, s.37.
(4) Atatürk’ün 24.04.1921 tarihli konuşmasından aktaran; Muammer Aksoy. “Atatürk’ün Işığında Tam Bağımsızlık İlkesi” (Prof.Dr.Yavuz Abadan’a Armağan, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 280, Ankara, 1969). s.727.
(5) Söylev, Basıma Hazırlayan, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, C:2, s.302. Atatürk, bu konuşmasını 13 Haziran 1921 günü Ankara’da bulunan Fransa’nın eski bakanlarından Müsyü Franklen Buyyon ile yapmıştır. Atatürk'ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt:11, s. 203-204.
(6) Muammer Aksoy, “Atatürk’ün Işığında Tam Bağımsızlık İlkesi” a.g.m. s,726.
(7) Anıl Çeçen, Atatürk ve Cumhuriyet, İmge Kitapevi, Ankara 1994, s.117.
(8) Atatürk’ten aktaran; Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Çağdaş Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 1991, s.116.
(9) Orhan Coşkun, “Atatürk’ün 7 Mart 1925 Tarihinde Millete ve Cumhuriyet Ordusuna Yayınladığı Beyanname”, (Anıtkabir Dergisi, Yıl:5, Sayı:19, 2005, s.22.)
(10) Aktaran; Metin Aydoğan, Bitmeyen Oyun ve Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler (1919-1999), Otopsi Yayını, İstanbul, 2000.s. 117.
(11) Atatürk, devlet yönetiminde programın önemine inanan bir devlet adamıdır. Kendisine, Napolyon’un “Ben yürürüm. Programım kendiliğinden çıkar” dediği hatırlatılması üzerine; “Ama o türlü giden sonunda başını Saint-Helen kayalarına çarpar” yanıtını vermiştir. (Aktaran; Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, İstanbul, 1999, s.96.)
(12) Atatürk’ün, 28 Aralık 1919 günü Ankara’nın ileri gelenlerine hitaben yaptığı konuşmadan, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt:6, s.31.
(13) Bu cümleler, Atatürk’ün 24 Nisan 1920 günü TBMM’nin ilk açılışında yaptığı ilk konuşmadan alınmıştır. www.tbmm.gov.tr
(14) Atatürk’ten aktaran; Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s.289.
(15) Atatürk’ten aktaran; Mustafa Aysan, Atatürk’ün Ekonomik Politikası, Es Yayınları, İstanbul, 1980, s.6.
(16) Atatürk’ten aktaran; A.Afetinan, Medeni Bilgi ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları, TTK, 1988, s.49.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder