19 Mayıs 2018 Cumartesi

KEMALİZM İLE BATI'NIN UYUŞMAZLIĞI, Araştırmacı-Yazar, HÜSNÜ MERDANOĞLU

KEMALİZM İLE BATI'NIN UYUŞMAZLIĞI

Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk Dergisi’nin 126. Sayısında “Kemalizm ile Avrupa Biriliği’nin Çelişkisi” başlığı altında yayımlanan yazı üzerine; Atatürk’ün hedefinin Batı olduğu dolayısıyla Türkiye’nin, Avrupa Biriliği’ne tam üye olmasının Kemalizm ile çelişmeyeceği yönünde eleştiriler aldım. Yayımlanan bir yazı ile ilgili eleştiri almak elbet ki doğaldır. Doğal olmayan ise bugüne dek Atatürk’ü ve O’nun şekillendirdiği Kemalist ilkeleri anlamamış olmak, Batı, Batıcılık, Batılaşma ve Çağdaşlaşma kavramalarını karıştırarak bu yanılgıyı sürdürmektir.

“Batı”nın İki Ayrı Anlamı ve Kemalizm
Kemalizm ile “Batı”nın bağdaşmayacağını anlayabilmek için, “Batı”nın iki ayrı anlam içerdiğini bilmek gerekir. Bunlardan birisi; emperyalizmin öncüsü olduğu, diğeri de Rönesans ve Reformu gerçekleştiren, din ile devlet işlerini birbirinden ayırarak, çağdaş yaşamı benimsemiş olan Batı dır. Batı’nın bu iki yönü bilindikten sonra bilinmesi gereken bir başka konu da, Atatürk’ün nasıl bir devlet kurmayı amaçladığının bilmektir. Atatürk’ün amacını ve varmak istediği hedefi bilmeyenlerin Kemalizm’i de bilmeleri, anlamları, korumaları ve savunmaları da mümkün değildir.

Sanayi Devriminin gerçekleşmesi ve kıtalararası ulaşımın ve iletişimin artması sürecinde Batı, geri kalmış ülkelerin kaynaklarını sömürmek için, en yalın tanımı ile sömürü amaçlı olarak bir devletin (ya da devletlerin) diğer bir devleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alarak sömürmesi demek olan emperyalizme yönelmiştir. Bu bağlamda Anadolu’yu bölüşen, paylaşan, Türk’ü tutsak eden Sevr haritasını çizen de Batı’dır.

Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı günlerinde; “Bizi yok etmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” i olduğunu vurgulamış olmakla asıl hedefin; Batı’nın emperyalist ve kapitalist yönüne karşı savaşmak olduğunu net olarak ortaya koymuştur.

Dünya tarihinde ilk kez, emperyalistlerin plânını bozmayı başaran ve başarısı diğer ezilen, sömürülen hor görülen ülkelere örnek olan, bağımsızlık ve ulusal egemenlik uğruna canını vermeyi; “vicdan ve namus borcu”ii olarak gösteren devlet kurcusu Atatürk’ün, Batı’nın bilim ve bilime bağlı olarak ulaştığı çağdaşlık düzeyini görmezden gelmesi beklenemezdi.

Atatürk’ün saptamasıyla; “Amerika, Avrupa ve bütün cihan bilmeli ki, Türkiye halkı her medeni ve kabiliyetli millet gibi, kayıtsız ve koşulsuz özgür ve bağımsız yaşamaya karar vermiştir. Bu haklı kararı bozmaya yönelen her güç, Türkiye’nin sonsuza dek düşmanı kalır.”iii

Atatürk, gerçekçi bir yaklaşımla; Batı’nın çağdaşlıkta (medeniyette) ulaştığı düzeye Türk miletini yükseltemek onarı da geçmek için, Batı’nın çağdaş yönüne ilgi duymuş, ancak Batı’lı devletler o gün bu gün, Atatürk’e ilgi duymamışlar, Atatürk’ü sevmemişler ve Atatürk’ün devlet yaşamına yansıttığı Kemalizm’in başarısız olması için ellerinden gelen engelleri ortaya koymuşlar, Kemalizm’i kuşatma altına almaya yönelik çeşitli plân ve proğramlar yürürlüğe koymuşlardır. Marshal Yardımı, İMF, NATO, İkili Anlaşmalar, tahkim ve Avrupa Birliği porjelesi gibi oluşumlar ile topulumun etkin güçerini kendi yanlarına çekmek için günümüzde Sivel Toplum kuruluşalrına verilen karşılıksız paralırı (hibeleri), Kemalizm’in kuşatılması bağlamında değerlendirmek mümkündür.

Onca olanaksızlıklar içinde, Batı’nın emperyalist ve kapitalist yönünü ile savaşan ve ülkemizin siyasi tam bağımsızlığını sağlayan Atatürk, emperyalizme ve kapitalizme karşı olduğu gibi, çağdaşlaşma görünümünde Batı’nın kültür güdümü altına girmesine yani kültürel emperyalizme de kesinlikle karşı olmuştur. Başka bir anlatımla Atatürk; “Batı” hayranı olmamış “Batıcılık” yapmamış, emperyalist Batı’ya karşı savaşma onurluluğunu göstermiş ve kurduğu devletin; sosyal, siyasi, idari, ekonomik ve kültürel yönden ulusal değerlere sahip ve çağdaş içerikli olmasını hedeflemiştir. Bu bağlamda Kemalizm; emperyalizmin karşıtı (antiemperyalist) bir ideoloji olarak ekonomik, siyasi, askeri ve devlet yaşamının her alanında tam bağımsızlığı ilke edinen, ulusal egemenliğe ve bilime dayalı, çağdaş yaşamı, topum yaşamına uygulayan, devlet düzeninin adıdır.

Atatürk ile “Batı”nın Bağdaşmazlığı
Günümüz işbirlikçileri; “Batı” ve “Batıcılık” ile “Batıcılaşma” ve “çağdaşlaşma” (muasırlaşma) kavramlarını bilerek karıştırmakta ve Atatürk’ü Batıcı olarak göstermede ısrarcı olmaktadırlar.

Batı ve Batıcılığın ne olduğunu ve Avrupa Birliğine tam üye olmanın Kemalizm ile uyuşmayacağını, Avrupa Birliği’nin önde gelen ülkesi olan İngiltere’nin başbakanının başdanışmanı Roübert Cooper’in 2002 yılında dile getirmiş olduğu aşağıdaki sözleri, tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır.

“Avrupa kıtasının dışındaki devletlerde, daha önce yaşanmış olan bir çağın (sömürgeciliğin ve emperyalizmin) yöntemlerine daha sert olarak geri dönmeliyiz; güç kullanmalıyız. Kısacası 19. yüzyılda, herkesin herkese karşı savaştığı dönemi yeniden yaşamak isteyenleri (bağımsızlıktan yana olanları) yola getirmek için, hangi çareler geçerli sayılırsa o çarelere başvurmalıyız. Kendi aramızdaki yasalara saygı duyacağız, ama işimiz balta girmemiş ormanlara düşerse (bağımsızlık isteyen, mazlum, masum, az gelişmiş ülkelere) kullanmamız gereken yasa, orman yasası olacaktır. Emperyalizm ve imparatorluk kelimeleri, Avrupa’da ayıplanır tanımlar olduysa da, sömürgeleşme gereği, daha doğrusu zorunluluğu; 19. yüzyılda olduğundan çok daha büyüktür. Bugün ihtiyaç duyulan emperyalizmin asıl amacı, dünyayı örgütlemek ve düzene koymaktır. Aynı eski Roma’da olduğu gibi, Batı imparatorluğunun tüm yapacağı kendi yasalarını aktaracak onlara (azgelişmiş ülkeler) bir miktar para vermek, birkaç da yol inşa etmekten ibaret olmalıdır.”iv

İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün karşısında olduğu ve yok etmek için tüm olumsuzluklara karşın, Türk milletinin tüm varlığını ortaya koyarak savaştığı Batı, sömürüyü ve emperyalizmi gerçekleştirmek, mazlum milletlerin kaynaklarına el koymak için çağdaş görümü altında kendi yasalarını dayatan, sömürülen ülkelere sus payı olarak birkaç yol inşa eden emperyalist Batı’dır.

Atatürk’ün hedeflediği Batı’nın çağdaş yönü ise; aslında tüm insanlığın ortak kültürünün birikimi olan, tam bağımsızlığı ve ulusal egemenliği yaşam yöntemi olarak kabul eden, sömürülmeye ve sömürmeye izin vermeyen, inancın çıkarsal amaç için kullanılmasını önleyen, gökten ve gaipten gelen kuralların değil de, yetkili organlar tarafından yürürlüğe konulan yasal kuralların geçerli olduğu yapıdır.

Ancak, çağdaşlaşma ve Batı medeniyetinin benimsenmesi; asla, bir maymun gibi taklit yaparak “ne Amerikanlaşmak ne de batılaşmak” demek değildir.

Atatürk’ün kurduğu devleti Batıcılık ile bağdaştırmak, Atatürk’ü ve O’nun ilke ve devrimlerini yadsımak anlamına gelir. Çünkü Batı ile bağdaşmak ve Batı’ya bağlanmak; Türkiye’nin kapitalizmin güdümüne girmesi, ülke siyasetinin Batı tarafından belirlenmesi demektir. Ülkenin geleceğini, Batı kapitalizminin sömürücü emellerine teslim ederek yok edilmesi demektir.

Bu durumda “Bizi yok etmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” savaşan kimdir?

Atatürk’ün Hedeflediği Çağdaşlık
Atatürk “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin hedefi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağımıza uygun, bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır. Devrimlerimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen anlayışları darmadağın etmek zorunludur. Şimdiye dek ulusun dimağını paslandıran, uyuşturan bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Her durumda zihniyetlerde var olan hurafeler tümüyle kovulacaktır. Onlar çıkarılmadıkça, dimağa gerçek pırıltılarını yerleştirmek olanaksızdır.”

Atatürk’e göre çağdaş topluma katılmak Batılılaşmayı gerektirmektedir:

“Memleketimizi çağdaşlaştırmak (asrileştirmek) istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’ye çağdaş, binaenaleyh Batılı (garbiî) bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmeyi arzu edip de Batıya (Garba) yönelmemiş millet hangisidir ?”

Ancak hangi batı? Elbette bilimde insanlığa yararlı hizmetler verebilecek düzeye gelişmiş olan batıdır.

Çağdaş Batının özellikleri nelerdir?
Bu sorunun yanıtı; yaşamını bilime göre düzenleyen, bilimi yol gösterici olarak alan Batıdır. Atatürk’e göre;

“Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir…” Türk toplumu “ilim ve fen” temelleri üzerine kurulmalıdır.

Batı bu aşamaya, Rönesans’ı ve Reformu gerçekleştirerek yükselmiştir. Rönesans ve Reform, insanların dini kurallara körü körüne bağlanmasını önleyerek, olayları ve olguları objektif (nesnel) bir şekilde gözleme ile akılcı bir sisteme bağlama yeteneğini edinmesini sağlamıştır.

Çağdaş olmayan insan her şeyi dine bağlar. Bu nedenle o bizzat olayları denetleme gücünü kendinde görmez. Ayrıca çağdaş kişi davranışlarını, değer yargılarını, diğer kişilerle, devlet organları ile olan ilişkilerinin sınırlarını bilir.

Bunlar belirli bir çağdaşlaşmanın ürünüdür. Bu çağdaşlığı (uygarlık) yakalamış olan ise Batıdır. Atatürk'ün:

"Biz batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım, diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi yapımıza uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz." sözleri, çağdaş düzeye ilk kez ulaşan Batı olduğu için örneğin oradan alınması gerektiğini vurgulamak içindir.

Atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde, devlet olarak bağımsızlık, millet olarak egemenlik, birey olarak hak ve özgürlükler söz konusudur. Atatürkçü çağdaşlaşmanın en belirgin özelliği, lâik ve demokratik devlet ve toplum düzeni içinde gelişmeye açık olmasıdır.

Batıcı Olan Tanzimat Yöneticileridir
Batı eğitimini taklit ederek, eğitime ulusallığı yansıtmayan, ulusal benliği ve kimliği önemsemeyen, iktidarlarını ayakta tutabilmek için Batı’ya kayıtsız koşulsuz teslim olanlar, ülkenin kaynaklarını ve geleceğini Batı’ya teslim edenler, Tanzimat yöneticileridir.

Günümüzde Batı’nın emperyalist temsilcileri; Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’dir. Emperyalizm bu üçlü dayanışma doğrultusunda küreselleşmiştir. Küreselleşme, dini ve kültürü kullanarak gelişmekte olan ülkelere, bağımsızlık yerine emperyalizmi dayatmaktadır. Dayatmalar, ülkeleri içten işgal etmek demek olan yabancı şirketler aracılığı ile yapılmaktadır.

“Geçmişi hatırlamayanlar, onu yine yinelemeye mahkûmdurlar” bağlamında anımsatalım ki;

1838’de “Baltalimanı Anlaşması” ile Avrupalı şirketler, Osmanlı topraklarında serbest ticaret haklarına kavuşmuşlar, 1839’da “Tanzimat Fermanı”, 1839’da “Islahat Fermanı” ile her geçen gün yeni ayrıcalıklar elde etmişler, Osmanlı ekonomisinin yüzde seksen beşi gibi önemi bir bölümünü teslim almıştır. 1957’de Osmanlı toprakaltında 2000’in üzerinde misyoner okulları açılmıştı.vi

Böylece Osmanlı yönetimi; Batı’nın ekonomik, siyasal, sosyal etkisi altına girerek “küreselleşmiş”, bağımsızlığını, güvenliğini ve geleceğini “Batı”ya teslim etmişti. Dil, eğitim, eğlence, yiyecek alışkanlığında kapitalist sisteme bağlanmıştı. Bu süreç, emperyalist devletlerin “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı’nın ölümünü durdurmadı. Unutulmamalı ki, Tanzimat sürecinde “Hasta Adamın” ölümünün çabuklaştırılarak, mirasının paylaşılması aşamasında, Anadolu halkının yalınayak savaşması ile Kemalist Büyük Türk Devrimi gerçekleştirilerek Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Atatürk, sadece işgal güçlerine, işbirlikçilere karşı değil, aynı zamanda Tanzimat zihniyetine karşı da savaşmıştır. Batı’nın uzantısı şirketleri ulusallaştırıp, ulusal eğitime ağırlık vererek, tam bağımsızlığı ilke edinmesi bunun kanıtlarıdır.

Atatürk döneminde, devlet düzenine yansıyan Kemalist yönetim anlayışı doğrultusunda, Batı’nın Tanzimat döneminde elde ettiği ayrıcalıklar teker teker ortadan kaldırılarak, yabancıların elinde olan işletme ve ekonomik değerlerin ulusallaştırılmış olması, Tanzimat zihniyeti ile Kemalist amaç arasındaki ayırımı ortaya koyan gerçeklerdir.

SONUÇ
Sömürülen diğer ülkelere örnek olduğu için, Kemalizm’e sürekli olarak karşı olan emperyalist ülkeler, Kemalizm’i kuşatma altın alarak, etkisiz duruma düşürmek için Türkiye’nin, Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm’in işbirliği çerçevesinde yönlendirilmesini sağlama gayreti içinde olmuşlardır. Bu bağlamda; Türkiye’de iktidar seçeneği olan merkez sağı yönetecek kadrolar Eisonhower bursları ile sola lider olacaklar da Rockefeller bursları ile yetiştirilmişlerdir. Askeri kadrolar ise NATO çatısı altında tamamen soğuk savaş disiplinine uygun bir biçimde yönlendirilmeğe başlanınca, Türk devleti kendi merkezli düşünce ve görüş açısından hızla uzaklaştırılmıştır. Dışarıda yetiştirilerek, siyasal partilerin başına genel başkan olarak oturtulan kişiler, dış güdümün baskısı altında Batı merkezli bakış açıları ile harekete zorlanmışlar, bu süreçte Türkiye, her geçen gün Batı’nın baskısı altına girmiş, emperyalist devletler için sınır karakolu olarak kullanılmağa başlanmıştır. Dünyanın jeopolitik merkezinde yer alan ülkemizin, Atlantik merkezli bir bakış açısına teslim olarak, sınır karakolu konumuna düşmesi, Türkiye Cumhuriyetinin ne derece vahim bir akıl tutulmasına teslim olduğunun en açık göstergesidir.vii

Atatürk’ü anlayamayanlar, Kemalist Büyük Türk Devrimi’nin içerik ve amacını kavramak istemeyenler, Batı’nın emperyalist yönünü görmezden gelip, Atatürk’ün ölümünden sonra Batı’nın güdümüne girerek, Osmanlı döneminde olduğu gibi ülkemizi yeniden borç batağına sokmuşlardır. Batı işbirlikçiler, emperyalizmin sınır aşan uzantıları olan NATO’yu, IMF’yi, Dünya Bankası’nı ülkeye davet etmekle yetinmemişler, Tanzimat koşullarını anımsatan Ankara Anlaşması’nı imzalamaktan çekinmemişlerdir. AB’ye biraz daha yakın olmak için Bürükselde parti temsilciliği açmayı da ihmal etmemiştir. Atatürk’ün kurduğu ancak, Atatürkçülüğün (Kemalizm’in), emperyalizme kesinlikle karşında, ekonomik ve siyasi tam bağımsızlığın yanında demek olduğunu görmezden gelen partinin, Brüksel’de açtığı büroya, Atatürk’ün resminin asmamış olunması; Atatürk’ten utanmış olmaktan dolayı olmayacağına göre, Batı’dan çekinmiş olmalarından olsa gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder