1 Haziran 2018 Cuma

İSMET İNÖNÜ VE “KARŞI DEVRİM” - Hüsnü MERDANOĞLU, Araştırmacı, Atatürkçü-Kemalist Yazar

İSMET İNÖNÜ VE “KARŞI DEVRİM
Hüsnü MERDANOĞLU
Yeryüzünde insan onurunu en çok yaraşır içerikteki “Kemalist Devrim’”i gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk, kendi döneminde tam bağımsızlığa dayalı yeryüzünün en saygın ülkelerinden birisi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
NATO güdümünde olmayan, IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Kopenhag Ölçütü ve dayatmaları bilmeyen, tam bağımsızlığa dayalı, kendine yeten ve komşuları ile iyi ilişkiler içinde olan, Balkan ve Sadabat Paktı bağlamında ulusal sınırlarımızı güven içine alan Atatürk, Kemalist Devrim’in korunması ve sürekliliği için; askeri, ekonomik, sosyal, siyasal içerikli önlemler almakla birlikte, söz ve söylemleri ile de Devrimin korunması için öneri ve uyarılarda bulunmuştur.
Atatürk’ün bu uyarılırından birisi; "Biz büyük bir Devrim yaptık. Memleketi bir çağdan alıp, yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumları yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. .." içeriğindedir.
Ne var ki, Atatürk’ün ölümünü izleyen yıllarda, önce Atatürk’ün savaştığı Batı ve Batı’nın uzantısı olan ve Kemalist Türk Devriminin dünya devletleri karşısında tescili anlamına gelen Lozan Antlaşması’nı onamamış bulunan Amerika Birleşik Devletleri ile uluslararası işbirliğinden öte, teslimiyetçi bir siyaset izlenir olmuştur.
Teslimiyetçi dış siyaset; içerde ve dışarda fırsat bekleyenleri, Kemalist Devrime karşı “Karşı Devrim” cephesinde buluşturmuştur.
Atatürk’ten sonraki Türkiye yöneticilerinin, ABD’ye yaranma ve teslim olma çabalarında; Rusya’nın, Türkiye’den toprak istemiş olmasının etken olduğu savunulmuş ve savunulmaktadır.
Bu bağlamda; Cumhuriyet Gazetesi’nde 26 Aralık 2006 günü yayınlanan iki ayrı yazı “İsmet İnönü” başlığını taşıyordu. Ne var ki, aynı konu işlenmekle birlikte iki yazı arasında kimi çelişkilerin bulunduğu dikkat çekmektedir.
Bu yazılardan birisi Ertuğrul Kazancı’nın yazsıdır (Sayfa;2). Sayın Ertuğrul Kazancı yazısında;
“İnönü'nün, Atatürk'ün ardılı olarak 1946 yılına kadar özenle sürdürdüğü başarıları bellidir.” tümcesiyle İsmet İnönü dönemine ihtiyatla yaklaştıktan sonra;
“Köy Enstitüleri, ulaşım ve sağlık politikaları, KİT’lerin genişletilmesi ve en önemlisi de İkinci Dünya Savaşı'ndan akıllıca uzak duruş önemli ‘kamu yararı’ siyasetleri” olarak vurgulayarak;
“1925 Tarihli ‘Türk Sovyet Saldırmazlık Paktı’nın 1945 yılında sona ermesinden sonraki gelişmeler, dış politikada bambaşka bir yolu da beraberinde getirmiştir. Sonraki yıllarda sahteciliği anlaşılan ve; ‘Sovyetler, Türkiye'den toprak istiyor, boğazlarda üs talep ediyor’ şeklindeki gerçek dışılık, ‘Missouri’ gemisini Türkiye'ye getirmiştir” tümcelerine yer vermiştir.
Aynı konuyu işleyen (Sayfa;4) Sayın Ali Sirmen ise;
“… 2. Dünya Savaşı sonrası dünyasının ve Stalin'in, Türkiye'nin bağımsızlığını hedef alan toprak ve üs talepleri dolayısıyla ülkemizin içinde bulunduğu koşullan iyi bilmek ve değerlendirmek gerekmektedir.” tümcelerine yer vermiştir.
Kanımca, İsmet İnönü dönemini en yalın biçimiyle inceleyen, belge ve kaynakları dayandığı için inandırıcı yapıtların önünde gelen yapıt; Çetin Yetkin’in “Karşı Devrim” adını taşıyan yapıttır. Bu yapıtta, Atatürk’ün yakın arkadaşı İsmet İnönü döneminin, “Karşı Devrim” olarak değerlendirilmiş olmasını, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olduğunu belirterek önce, Rusya’nın, Türkiye’den toprak isteyip istemediğine açıklık getirmek için söz konusu yapıtın ilgili bölümünden kısa bir altı yapmak istiyorum.
“SSCB, 1925 tarihli Türk-Sovyet Tarafsızlık Ve Saldırmazlık Antlaşması’nı 19 Mart 1945’de feshettiğini bildirdi. Bu durumun ortaya çıkardığı gerginlik sürerken SSCB bu kere 7 Haziran 1945 günlü bir nota ile doğu sınırımızda kendi yararlarına bazı düzenlemeler yapılmasını, Boğazları da kendisine üs verilmesini ve buranın iki devletçe ortaklaşa savunulmasını, Montreux Sözleşmesi'nin ikili bir antlaşma yapılarak değiştirilmesini istedi. Türkiye, bu önerileri geri çevirdi, ancak SSCB, 7 Ağustos 1946 ve 25 Eylül 1946'da iki nota daha vererek bu isteğim yeniledi. Bu arada, … İstanbul'da başta Tan olmak üzere bazı gazete ve dergi bürolarıyla birlikte bir Sovyet vatandaşına ait bir kitapevinin de bazı guruplarca yıkılıp dağıtılması, Türk-Sovyet ilişkilerini daha da gerginleştiren bir başka olay oldu.”
Elbette, emperyalist emeli olan ülkelerden birisi de SSCB idi. Türkiye’yi, SSCB emperyalizminden korumak görünümü altında, Amerikan emperyalizmine yanaştırmak için, örtülü ya da açık görevler üstlenmiş olanlar, üzerlerine düşenleri yapmışlardır. Ancak, henüz Kuvayı Milliye döneminin uzantısı olarak TBMM’nde bulunanların, bizzat Atatürk’ün yanında bulunmuş olanların yaklaşan tehlikeyi görmeleri gerekir idi.
Ne var ki, değil tehlikeyi görmek, (aynen Irak’ı işgale gelen ABD askerlerini -televizyon ekranlarına yansıdığı üzere- öperek karşılayan, bugün sadece özgürlüğünü değil namusu da tehlike altında olan Iraklılar gibi), ABD’yi göklere çıkaranların, daha da ileri giderek “Peygamber” gibi görenlerin, bizzat TBMM üyelerinin olduğunu yine Sayın Çetin Yetkin’in “Karış Devrim” inden öğreniyoruz.
“Mehmet Akif in yazdığı İstiklâl Marşımızı Meclis'te ilk kez okuyan, ‘milliyetçi’, Türk Ocağı başkanlığı yapmış olan Hamdullah Suphi Tanrıöver'in TBMM kürsüsünden söyle¬dikleri gerçekten de us şuurlarını zorluyor:
".....milletler hâlâ endişe ile bakıyor. Işık nereden geli¬yor? Bu ışığın bir membaı var: Yine Amerika. Ümit nereden ge¬liyor? Amerika 'dan. Güven nereden geliyor? Amerika 'dan."
“Bu ses nihayet Amerika'dan Peygamber gibi temiz ve kusursuz olan büyük insanın, büyük Rozvelt'in sesi olarak ufuk¬lara aksetti. İnsanları esaret altında bırakmayacağız, medeniyeti yıktırmayacağız diyen bu azametli ses Rozvelt'in vatandaşlarının sesleriyle birleşerek ufuklarda gulguleler vücuda getirdi. Bundan sonra Amerikalılar açların imdadına ve silâhları ellerinde olarak esir milletlerin muavenetine koştular..... Bugün bu büyük milletin insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp, teşekkür giderken, Peygamber gibi temiz ve kusursuz Rozvelt'i, onun halefi olan kıymetli devlet adamı Truman'ı hürmetle selâmlar ve milletinin insanlık yolunda da, sulhte de beşeriyete yardımda beraber olacağını söylemekle iftihar duyarım.”
Öte yandan, Amerikan Missuri gemisinin İstanbul’a gelmesi (Nisan 1946) ve bu geminin, ulusal onurumuza yarışmayan içerikteki karşılanma hazırlıkları ilgili olarak, “Karşı Devrim” yapıtında şu satırlar yer almaktadır:
Atatürk, antiemperyalist ulusalcılık düşüncesinin önderidir. Antiemperyalist ulusalcılığın üç temeli bulunduğu bilinir. Birincisi, bağımsızlıktır. İkincisi, ülkeyi azgelişmişlikten kurtarmak ve kalkınmış bir duruma getirmektir. Üçüncüsü ise, halka ulusal kimlik, kişilik, ulusal bilinç kazandırmaktır. Çok kısaca formüle edersek, bence Atatürkçülük; bağımsız vatan topraklarında, bir ulus olma bilinciyle, başı dik, onurlu, sırtı pek, karnı tok "insan" olmak demektir. 1945-1950 sürecinde ise, bu üç temel de ağır bir biçimde yaralanmış bulunduğu gibi; onur sahibi olanların onurları kırılmış, başları öne eğilmiştir. Doğru, gerçi kimilerinin de sırtı daha kalınmış, göbekleri daha şişmiştir ama C.H.P’nin 6 Ok'unun "Cumhuriyetçilik" dışındakiler kırılıp bir yana atılmıştır. Özellikle de "Milliyetçilik" oku! O, kırılmakla da kalmamış, anlamı da kaydırılıp saptırılmıştır. Milliyetçi olmak. Amerikancı olmak ve Amerika'nın karşı çıktığı her şeye karşı çıkmak, tuttuğu her şeyi tutmakla eş anlamlı bir duruma getirilmiştir. Missuri'nin ülkemize gelmesi ise, bu gidişin tetiğinin çekilmesi anlamını taşıyordu.
Gemi ve tayfaları askeri törenle karşılanmıştı. Bu doğaldı ve gelenek gereği idi. Ama, "konuklar"ı ağırlamak ve onurlandırmak için yapılanlar da işin ölçüsü adam akıl kaçırılmış bulunuyordu.
Bunlardan birkaçı şöyleydi:
1.Armağan olarak gümüş bir levha verildi.
2.Hereke'de özel olarak bir halı yaptırıldı, bu halı geniş bir salonu kaplayacak büyüklükteydi, halının üzerine İstanbul'un bir haritası kabartma olarak işlenmişti.
3.Dolmabahçe'de, Amerikalıların dolarlarını Türk parasına çevirmek üzere özel bir büro açılmıştı.
4.Tekel, özel olarak yaptırdığı ve 50'şer adetlik, üzerinde "Missuri" yazan kutular İçindeki sigaraları satışa çıkardı. Bu kutuların üzerine Türk ve Amerikan bayrakları konulmuş ve İngilizce olarak da "Hoş geldin Missuri" yazılmıştı. Ayrıca kutunun üzerinde bir de Missuri'nin resmi vardı.
5.PTT, bir "Missuri Serisi" pul çıkarmıştı.
6.Amerikalı denizceler için özel olarak Türk şekerleri hazırlanmıştı.
7.İstanbul Belediyesi Amerikalı denizciler için gece yarısından sonra Dolmabahçe-Taksim arasında gidip gelebilmeleri için 12 otobüs ayırmış bulunuyordu.
8.Bununla da yetinilmemiş tüm taşıtlar Amerikalıların emrine verilmişti ve bunlara hiçbir ücret ödemeden bine biliyorlardı.
9.Sinemaların balkonlarındaki ve tiyatrolardaki 80 kişilik yer ücretsiz olarak Amerikalılar için ayrılmıştı.
10. Amerikalı bahriyelilerin isteği olan; İstanbul’daki Türk kızlarının saat 6’dan sonra eve gitme mecburiyetlerinin kaldırılması (Türk kızlarının daha uzun süre Amerikalılarla birlikte olması için), Türk gazetecisi tarafından analara duyuruldu.
11.İstanbul’daki genelevlerin duvarları boyandı.
Söz konusu yazısında Ali Sirmen, “Bugün Türkiye'de çok partili bir rejim varsa, eğer demokrasi ya da benzeri bir yönetim biçimi egemense, bunu İsmet İnönü'ye borçlu olduğumuzu kimse yadsıyamaz.” saptamasında bulunmaktadır.
Bu bağlamda, Çetin Yetkin’in “Karşı Devrim” yatında da kimi saptamalar bulunmaktadır şöyle ki;
“Bugün pençesinde kıvrandığımız IMF, Dünya Bankası ve dış borçlar, İnönü döneminin bize armağanıdır.
Türkiye'nin bağımsızlığı İnönü döneminde zedelenmiştir. Emperyalizme teslim olmak bu dönemde başlamıştır. Aydınlanınız, yazarlarımız, şairlerimiz İnönü döneminde öldürülmüşler, hapislere atılmışlar, polisçe izlenip durmuşlardır.
İnönü, önce devrim karşıtlarını önemli görevlere getirerek ama daha da önemlisi devrimlerden ödün üstüne ödün vererek, üstelik dini siyasete âlet ederek, demokrasinin önünü böylece kendisi tıkamıştır. Öte yandan, yılların planlaması ve çabası sonucunda yaratılan Köy Enstitüleri'nin devrim düşmanlarınca acımasızca yıkılmasına göz yummasaydı, göz yummak ne demek, baş yıkıcısı Reşat Şemsettin Sirer'i Millî Eğitim Bakanı yapmasaydı, demokrasinin önündeki başlıca engel olan cahillik, boş inançlar, ağalık, şeyhlik... ten bugün iz kalmamış olacaktı.
Demokrasi ancak tam bağımsız bir ülkede var olabilir. Çünkü, demokrasi demek, halkın/ulusun kendi özgür istenci ile kendisini yönetmesidir. İktidar ve muhalefet partileri böyle olan bir ülkede, hangi demokrasiden söz edilebilir ki?
İnönü'nün CHP seçimlerden yenik çıkınca iktidarı DP'ye devretmesini ise başlı başına eski Millî Şefin yüce kişiliğinin bir sonucu olarak gösteriyor kimileri de. İyi de, ülkeye demokrasi getirdim diye övünen İnönü'den başka ne yapması beklenebilirdi ki? Seçimi yitirenlerin iktidarı seçime kazanana devretmesi en olağan davranış değil midir ki, bunda bir yücelik görülüyor? Hem sonra, iktidarı devretmemek elinde miydi? Sözü uzatmamak için, 27 Mayıs 1960 ihtilâlini gerçekleştiren subaylardan Suphi Karaman'ın son bölüme aldığım şu sözünü anımsatmakla yetineceğim:
‘50'lerden önce de bana göre, Halk Partisi 60'dan önceki Demokrat Parti durumundadır. Ama bir seçimle kendini sıyırabilmiştir... ‘ "
***
Sayın Çetin Yetkin’in “Karşı Devrim” adını taşıyan yapıtını okuyup da, “karşı devrim süreci”nde, İsmet İnönü’nün karşı devrimci olmadığını kanıtlayamayanların (merhum İsmet İnönü’nün maddi ve manevi mirasından yararlanan evlâtları ile eli kalem tutan bütün yakınları, İsmet İnönü’nün yakınında bulunmuş olmakla övünenler de dahil), İsmet İnönü’den saygı ile söz etmeye hakları olmadığı kanısındayım.
Ayrıca belirtmek isterim ki, Atatürk’ün yakın arkadaşı İsmet İnönü’nün “Karşı Devrim”ci olmadığının kanıtlanması, bir Kemalist olarak en çok beni sevindirecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder