8 Haziran 2018 Cuma

ESKİ TÜRKLERDE DİN, TANRI ALGISI VE TANRI SÖYLEMİ, Hüsnü MERDANOĞLU


ESKİ TÜRKLERDE DİN VE TANRI ALGISI
Hüsnü MERDANOĞLU
İlkel toplumdan beri var olan din olgusunu birkaç cümleyle tanımlamak kolay değilse de; var olduğuna inanılan Tanrı’nın (Yaratan’ın) üstün gücü elinde tuttuğu ve tüm evreni yönettiği inancıdır demek mümkündür. Tanrı anlayışıyla doğrudan bağlı olmak anlamına gelen inanç ise; bir düşünceye, görüşe, öğretiye, kişiye kuşku duymadan gönülden bağlanan insanların dini anlayışlarını, kavrayışlarını, yaşamlarını ve ibadet şekillerini belirler. Din ve inanç kavramları birbirinden farklıdır. Toplumsal kurum olan din, inanç ve tapınma olmak üzere iki bölümün bütünüdür. Canlılar içinde din ve inanç sahibi olan sadece insandır. Din, inanç uğuruna inanç sahibinin canını bile hiç sayacak kadar tapınmakla ilgili kutsal olduğu, kişisel ve toplumsal güce sahip bulunmaktadır. Bu güçten daha çok siyasi güce erişmek isteyenler ya da bu gücü elinde bulunduranlar yararlanmak istemişler/istemektedirler. Bu kutsal olgunun kişisel ve siyasi çıkarlara araç olmasının önlemenin en iyi yolu; inanılan dinin amaç ve içeriğini çok iyi bilmeleriyle mümkündür. İnanılan dini iyi tanımanın en önde gelen koşulu da, dinin temel kaynağını çok iyi anlamakla mümkündür. Dinin temel kaynağı en iyi anlamın koşulu ise iyi bilinen dil olduğu için ana dilde okuyarak, inceleyerek hiçbir aracıya gerek duymadan anlamaya özen gösterme gerçeğidir.
Her dini inanç, az ya da çok toplumsal olgulardan, önceki alışkanlıklar, töre ve kültürel etkilerden izler taşımakta olduğu da ayrı bir gerçektir. Bu nedenle günümüz din algısını yorumlayabilmek için, eski Türk inanç ve din algısını ile Tanrı söyleminin anlamını da bilmek gerekir.
Tarihi süreç içerisinde Türklerin inançlarını, kültüre dayalı-geleneksel ve tanrılı inanç dönemleri (evrensel) olmak üzere iki ayrımda incelemek mümkündür. Bu bağlamda eski Türkler; Atalar Kültü, Doğa İnancı, Totemcilik, Gök Tanrı ve Şamanizm inançlarını yanında, Budizm, Zerdüştlük ve Manihaizm inançlarının da etkisi altında kalmışlardır. Evrensel anlamda tanrılı dinlerden Musevilik, Hıristiyanlık Türklerin inanç ve yaşamlarını etkilemiştir. Ancak Türkler için din ve inanç yönünden asıl ve temeli etki İslamiyet’le olmuştur.
Kısmen değindiğimiz bu inançların içeriklerini ayrı ayrı açıklamak bu yazı sınırlarını aşacağı için şu kadarına belirelim ki; Türkler, farklı inancı benimsemiş olsalar da dillerine korumuşlar, ibadetlerini Türkçe yapmışlar, ilahilerini Türkçe söylemişler, henüz tek tanrının varlığı duyurulmadan önce bile, inançlarının temelini tek “Tanrı”ya (Tengri’ye) dayandırmışladır.
Türklerde Tanrı Söylemi
Türk dini tarihinde en eski terim "Tanrı"dır. Bu konuda yapılan çalışmaların yansıttığı üzere Tanrı; Kök=Gök tanımlamasıyla birlikte "Gök Tengri" (Yüce Tanrı) şeklinde belirtilmiştir. Tarihin derinliklerinden beri Türklerde "Tanrı" inancı kalıcı bir şekilde yerini korumuştur. Bu inanç öylesine sürekli bir özelliğe sahip olmuştur ki, Türk dini tarihi Türklerin Tanrı ile ilişkilerinin tarihi, şeklinde değerlendirilebilmiştir.
İslâmiyet öncesi Türklerin inanç sistemini incelerken başvurulması gereken yazılı kaynak, hiç şüphesiz ki Türk tarihinin, dilinin en eski kanıtı olan Orhun Abideleri’dir. Orhun Abideleri, taş üzerine yazıldığı için kitabî kaynak özelliğindedir. Bu kitabeler sayesinde İslâm öncesi ve İslâm sonrasında Türklerin yaşam yöntemlerinin karşılaştırılması mümkün olmakta, yaratıcı güce “Tengri” (Tanrı) olarak anıldığı görülebilmektir. Bugün için Türk kültürünün bilinen en önemli kaynağı sayılan Moğolistan’da Orhun, Tula, Ongin ve Selenge ırmakları havzasında bulunan Orhun Yazıtlarında, Türklerin yaratılış efsanesi şu cümleler ile yapıtlaşan kayaya kazılmıştır:
Üze kök-Tengri, asra yagız yer kılındıkda ikin ara kişi oglı kılınmış. (Köl Tigin Yazıtı, Doğu tarafı, 1-2. satır; Bilge Kagan Yazıtı, Doğu tarafı, 2-3). (Üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında, ikisi arasında kişioğlu yaratılmış.
Orhun yazıtlarda kağan ve beyler, Türk milletine yaptığı yardımları nedeniyle, Tanrıyı içten gelen minnet ve şükranlarla anılmıştır. Türk kağanlarına siyasi egemenliğin temeli olan “kut” Tanrı tarafından verildiği, Tanrı izin verdiği için düşmanlar perişan edildiği ve devlet sahibi olunduğu yanında, kitabelerin birçok yerinde yinelenen Tengri’ye bazen Türk Tengrisi şeklinde de yer verilmiştir.
Tanrı deyimi Başkurtça hariç, bütün Türk lehçelerinde ortak ve temel sözcük olmuştur. Milattan öncesi hakkında, Çin yıllığı olan Shih-Chi (Şi-Ci)’de Mete Han’ın (M.Ö. 209-174) unvanları dolayısıyla anılan “Tanrı” sözcüğü Çince’ye “T’ien” olarak geçmiştir. En aşağı 2500 yıllık bir geçmişe sahip bu Türkçe deyim daha sonra Moğolca’ya ve diğer bazı Asya dillerine geçmiştir. Eski Sümer dilinde Tanrı’ya yakın bir anlama gelen “Dingir” sözcüğü ile ilişkisinin olduğu da mümkündür. (Eski Türkçedeki tengri kelimesi bu günkü çeşitli Türk lehçelerinde, her lehçenin fonetik özelliklerine göre, tengri, tengere, tingri, tangrı, tanrı, tangara, türe şekillerinde dile getirilmiştir. Oğuzlar, Tanrı kelimesi yerine "Celep" kullanmışlardır.)
Türklerin “Tengri” (Tanrı) yaklaşımı, eski Türk inşacının, Tengricilik olduğu savını gündeme taşımıştır. Çoğu eski inançlardaki gibi Tengricilikte de gerçek âlemin yanında bir “gök âlemi” bir de “yeraltı âlemi” vardır. Bu âlemlerin arasındaki tek bağlantı, dünyanın merkezinde duran “Dünyalar Ağacı“dır.
Oğuzlardan, birinin haksızlığa uğradığı ya da hoşlanmadığı bir işle karşılaştığı zaman, başını göğe kaldırarak “Bir Tengri” diye dua ettikleri aktarılmıştır.
Eki Türklerin hakanlarını tahta çıkaran, Türklere zafer kazandıran, felaketlerden koruyan Türk tanrısı Gök-Tanrı'dır. Türklerin büyük başarılarından bahsederken hakan ya da beyler daima "tanrının inayeti ile", "Tengri yarılkaduk ucun..." demeyi ihmal etmemişler. "Tanrı" adı bazen "yer", "gök" ve bazen "yer su" ile birlikte anılmıştır.
Eski Türkçede “tengri” kelimesi göze görünen gök ve "Allah" anlamlarını ifade etmiştir. Şimdiki Şamanistler nasıl ki bir dağı yahut bir ırmağı aynı zamanda bir ruh olarak algılıyorlarsa, eski Tüklerde göğü (semayı) öyle, yani maddi bir varlık sandıkları gök ile yüksek ve büyük bir ruhu - tanrıyı aynı düzeyde değerlendirmişlerdir.
Türklerin Müslümanlığa girmesinden yüz yıl kadar sonra, 1069 yılında Yusuf Has Hâcib tarafından yazılan ve İslami Türk edebiyatının en eski yapıtı olan Kutadgu Bilig’in ilk bölümünün başlığı; “Tenri” dir. En eski dönemlerden beri Türklerde "Tanrı" inancı kalıcı olarak yerini korumuştur. Bu inanç öylesine sürekli bir özelliğe sahiptir ki, Türklük milletimizin ismi olmadan önce, inancımızın ismi olmuştur. Tek Tanrılı bu inanç sistemi, Tek Tanrılı dinler sıralamasında Türklük olarak ortaya çıkmıştır.
**
Tarih boyunca yaratıcı güç (Yaratan) farklı isimlerle anılmış ve anılmaktadır. Allah, Rab, Tanrı, Mevla, Es-Selam, Rahmân, Rahîm, Melik, Kerim, Gaffar, Razzâk, Mütekebbir sadece birkaçıdır. Orta Asya yaylalarında yaşayan Türklerin gökyüzünün büyüklüğüne şaşkınlığını ifade etmek için “tan” (yüce) anlamının “Tanrı” ya dönüştürüldüğü bilinir. Orhon Yazıtlarında “tengi” olarak, Yunus Emre’nin şiirlerinde “Korkar oldum ben Tanğrı’dan (Tanrı’dan)” yer alan “Tanrı” sözü de Allah’ın isimlerindendir.
Öte yandan “Allah” sözünün Müslümanlıktan önce de var olduğu, bunun kanıtı olarak da; henüz oğlu aracılığıyla İslamiyet duyurulmadan vefat eden, Hz. Peygamber’in babasının adının “Allah’ın kulu” anlamında “Abdullah” olduğu belirtilir. “İlah” sözünden türeyerek Arapça Allah, İbranicede “efendi" ya da "yüce" anlamlarında “Rab”, Türkçede “yüce” anlamında Tanrı’yı ifade etmektedir.
Kur’an’ı doğru anlama ve anlatma olgunluğuna erişmiş ilahiyatçılardan olan Yaşar Nuri Öztürk’ün Kur’an tercümesinde; Allah, Rab, Tanrı ifadelerini ayrı ayrı ayetlerde görmek mümkündür. Üstelik aynı surede Müzemmil (Bürünen) Suresi’nin 8. Ayetinde “Rab”, 9. Ayetinde “Tanrı”, 20. Ayetinde “Rab ve Allah” ifadeleri yer almıştır.
Tanrı sözcüğü Türkçedir. Her Türkçe sözcük gibi Tanrı sözcüğüne de sahip çıkmak, kullanmak her Türkün ödevi olmalıdır. Kişiliği, öngörüsü ve gerçekleştirdikleriyle dünya liderlerini imrendiren, devletimizin kurucusu Atatürk’ün 17 Şubat 1931 günü adana Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada yer alan şu tespitini hatırlatma yetinelim; “Türk milletindenim diyen insan, her şeyden öne Türkçe konuşmalıdır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder